İlk saz eğitimini amcası Aşık Fezali (Behlül Baba)'den alan Mahzuni, ilk olarak köyünde yapılan "Cem" törenlerine katılır. Dedelere hizmet ederken nefesler ve şiirler yazmaya başlar. 1950'li yıllarda felsefe ve tasavvufa büyük ilgi duyar. Alevi yol ve erkanı ile tasavvuf bilgisini Şakir ve Cırık Baba'dan öğrenmiştir. Cırık Baba, saz çalıp nefesler de söyleyen bu kara kuru, mahzun ve mahcup delikanlıya "Mahzuni" mahlasını vermiştir. Toplumsal değişim taleplerinin, hat safhaya ulaştığı bir zaman aralığında ilk üretimlerini gerçekleştirmeye başlayan Aşık Mahzuni'nin, çok küçük yaşta edindiği bağlama sevdası, kendi ifadesiyle, Davut Sulari'nin 1954-1955 yıllarında köye gelişiyle "ozan olma" sevdasına dönüşmüştür. Bir mülakatta kendisine sorulan "Size göre ozanlık nedir? Halk ozanı kime denir?" sorusuna aşık şu cevabı verir:
İlkel toplumun sonlarına doğru insanlar sınıflanmaya başlamışlardır malum. Bu sınıflandırma, tarihin akışı içinde çeşitli şekillerde görünüm kazanmış fakat öz olarak sınıf çelişkisi ortadan kalkmamıştır. Sınıflarla birlikte birtakım ferdi tanımlarda görüntüde değişikliğe uğrayarak bugüne kadar gelmiştir. Kimisi toprak ağası olmuştur, kimisi ırgat, kimi çoban, kimi işçi. Bunların çıkarları karşılıklı bir çelişme içindedir. Her sınıf, kendi çıkarlarını korumak için çeşitli şekillerde, çeşitli yollardan mücadele vermiştir, veriyor. Biz bu mücadelenin unsuru olarak ortaya çıkmışız. Sınıfımız bellidir. Yaptığımız iş, sınıfımızın çıkarlarını saz ve söz yoluyla savunmak, korumaktır. Ozanlık budur. Bunu gerçekleştirene ozan denir. Başka bir tanımla ozan; doğduğu sınıfın hayati aşamasını herkesten çok isteyen, istemesi gereken, çok temiz, çok yürekli, doğduğu sınıfa bağlı kişidir. Ezilmiş bir halkın, sosyal yaşantısının darbesine uğramış bir halkın, en fedaisidir. Halkın dertlerini müzikle dile getirir. Yani ozan, halkın telli sesidir.
Her türlü duygu ve düşünceleriniz için bize buradan ulaşabilirsiniz.