Şehirlerde ve büyük kasabalarda yetişen saz şairlerinin buralarda teessüs etmiş bilgi muhitinden yani cemiyette meydana çıkmış olan vasattan, imkandan istifade ettiğine bakarak, şehirlerden uzak yerlerde yaşayan saz şairlerinden, yani aşıklardan pek farklı olduğunu düşünmek doğru olmaz.
Elbette bu küçük yerlerde yaşayan aşıkların köylü sınıfının duygu ve inançlarına sadık kalacağı ve klasik şiirin tesirinden ve aruz vezninden az çok uzak bulunacağı tabiidir. Fakat köy ve şehir aşıklarını birbirine yaklaştıran unsurlar da yok değildir. Zira köy, hiçbir zaman şehirden tamamen ayrı bir hayata sahip değildir. Sonra, küçük yerlerde yetişen aşığın, şehirde yetişmiş aşığı kendine örnek tutacağı gözden kaçmamalıdır. Ayrıca şehirlere gidip gelmek de köy çevresindeki aşıklara tesir etmektedir. Bundan başka, tekkelerin (bilhassa Bektaşi tekkelerinin) verdiği tasavvuf bilgisi, her yerde aynı olduğuna göre, tasavvuf inancı şehirli ve köylü aşıklarda hemen hemen aynıdır.
Saz şairleri, şiirlerini söylerken saz kullanırlardı. (Her ne kadar XIX. ve XX. yüzyıldaki bazı aşıkların saz çalmadıkları biliniyorsa da, bunlar pek mahduttur). Zira isminden de anlaşılacağı gibi aşıkların mutlaka sazı olması lazımdır. Çünkü aşıklar arasında saz çalmayan şair tasavvur olunamaz. Divan şairlerimizden yani klasik edebiyatımızın şairlerinden Sümbülzade Vehbi ve Keçecizade İzzet Molla'nın başından geçen hadise mühimdir. Vehbi, Manisa'ya naib olarak gittiği zaman, şehrin ileri gelenlerinden biri, şairi konağına davet etmiş. Şehrin seçkin, şair ve aşıkları da toplantıya katılmışlardı.
Her türlü duygu ve düşünceleriniz için bize buradan ulaşabilirsiniz.