Ferdi temele dayalı halk şiirimizin ikinci önemli temsilcisi aşıklardır. İlk ve ata şairlerimiz ozanlar Orta Asya kökenli olmalarına rağmen, aşık tipi XV. yüzyılda Anadolu'da meydana çıkmıştır. XV. yüzyıl; Selçukludan sonra Osmanlı İmparatorluğunu da kurmuş Türk milletinin her bakımdan bolluk ve gelişmeler içinde olduğu bir çağdır. Bu ortamda yetişen aşık tipi, dolayısıyla, büyük bir kültür birikiminin ve gelişmiş bir uygarlığın çocuğudur.
Refah ve güvenlik içindeki Anadolu'ya akın eden İslam sanat ve ilim adamları Anadolu'da önemli bir birikim sağladıkları gibi, ülkenin her yanında açılan din ve eğitim kurumlarıyla da halk daha bilgili, daha aydın bir yapıya kavuşuyor, daha üstün bir kültür düzeyine yükseliyordu. İleri bir uygarlık ortamında zenginlik ve güvenlik içinde yaşayan Osmanlı insanı; yeni kültürüyle birlikte, sanat alanında da yeni zevkler edinmiştir. Bu yeni edebi beğenilere cevap veremeyen ve ilkel bulunan ozan, kırsal yörelere çekilince, onlardan boşalan bu alana, sağda-solda varlığını sürdüren saz şairleri dışında, aşık adı altında yeni bir şair tipi girmiştir.
Aşıklar da ilk elden ataları ozanlar gibi sazlarıyla çalıp-çağıran kişiler olmalarına rağmen, bir yandan toplum tarafından ilkel bulunup dışlanan ozanlara, diğer taraftan divan şairlerinin kötü birer temsilcisi olan saz şairlerine benzememek için, kendilerini bir takım kurallarla ihata etmişlerdir. Bu kurallar, başta yeni kafiye (ayak) disiplinleri, aşık makamları, hikaye tasnif etme ve anlatma, divan şiirinin dil ve türlerine yaklaşma, muamma, tekellüm gibi yeni şiir türleri geliştirme, bade, buta gibi inanışlar olarak sıralanabilir. Onların bu disiplinleri geliştirmelerinde, halkın yeni edebiyat anlayışına cevap verebilmek, şehir çevresine yaklaşmak ve kendilerini, ozanların ve saz şairlerinin giremeyeceği üstün bir terkip içinde tutma kaygılarının rolü büyüktür. Denebilir ki aşık tipi, yeni kültür ve edebiyat anlayışının getirdiği bir zaruretten doğmuştur. Ozan'ın doğa ve kahramanlık temalı türkülerine karşı, şiirlerini tefekküre açmışlar, günün geçerli dilini kullanmış, divan şiiri şekillerini benimsemiş, kısa sürede başta Azeri sahası ve Doğu bölgelerimiz olmak üzere tüm Anadolu'ya yayılmış olmalarına rağmen, kültür merkezlerine girdikleri ve aydınlarca benimsendikleri söylenemez.
Varlıklarını daha ziyade Doğu Anadolu'da hissettiren aşıkların büyük çoğunluğu ümmidir. Kültür birikimlerini; halk irfanı, çevre kültür malzemeleri ve ustalarından ve köy imamlarından edindikleri bilgiler oluşturur. Bu bilgilerin temelinde İslamın dünya görüşü ye ahlak anlayışı vardır. Ozanların milliliğine rağmen, aşıklar İslami öze bağlıdırlar. Saz şairleri divancılara özenmiş, okumuş bir şair görünümünde kalmış ve şiirlerini bütün konulara açmış, ozanlar Türk insanının hayat anlayışı içinde yalın ve sade bir dille doğanın ve hayatın türküsünü söylemişken, aşık edebiyatı ürünlerinin pek çoğu dini ve ahlakidir. Gerek deyişlerinde, gerekse tasnif ettikleri hikayelerde ana tema ve verilmek istenen mesaj İslam'ın ahlak anlayışıdır. Muamma tertip etme, tekellüm, bağlama-çözme gibi yarışmalarda, konunun hemen bütünü İslam mitolojisidir. En önemli temsilcilerini XIX. ve XX. yüzyıllarda yine doğu illerimizde yetiştirmişlerdir. Aşık edebiyatı zamanla sosyal ve din dışı konulara da açılmıştır.
Ozanların sürdürüp getirdiği, halk şiirinin (bugün aşık edebiyatı nazım biçimleri ve türleri adı altında ele alınan) koşma, semai, varsağı, destan gibi nazım biçimleri ve güzelleme, koçaklama, taşlama, ağıt gibi nazım türleri yanında, muamma, tekellüm, sicilleme, zincirleme, lebdeğmez, karşı-beri, dedim-dedi, döşeme, lügaz gibi şiir şekilleriyle, (bu alana daha ziyade saz şairleri vasıtasıyla girmiş) divan, selis, kalenderi, semai, satranç, vezn-i ahir gibi aruzlu biçimleri de ferdi temele dayalı halk şiirimize katmışlardır. Bu şiirlerin vezinleri bozuktur. Deyişlerini doğmaca söyleyen aşık, zamanla bunları da hece veznine uydurmuştur.
Aşıkların müziğimize de pek önemli katkıları olmuştur. Ozanlar deyişlerini mahalli ezgiler içinde söylerken; aşıklar, 'aşık makamları' adı altında yüzü aşkın 'hava, ezgi' geliştirmişlerdir. Deyişlerini bu ezgiler eşliğinde söylerler. Bugün dahi halkımızın büyük bölümü müzik zevklerini bu deyişlerle tatmin etmektedir.
Gelenekleri içinde oluşturdukları kurallar ve disiplinlerle, ozan ve saz şairlerinden ayrılmışlar, geliştirdikleri terminoloji ile halk şiirimize yeni terimler katmışlardır.
Onların getirdikleri disiplinlere, geleneklerine, gösterdikleri icraata ve çoğu şiir şekillerine ozanlar ve saz şairleri yabancı kalmışlardır.
Aşıklar; gerek anonim halk hikayelerini, gerekse kendi dizdikleri hikayeleri, köy, kasaba gezip anlatarak, çalıp-söyleyerek önemli bir kültür taşıyıcısı rolü üstlenmişlerdir. Aşıklık, aşık için aynı zamanda bir meslektir. Çoğu aşık geçimini bu yoldan aramıştır. Bu bakımdan çevre aşıklarıyla 'muaşereler' (karşılıklı deyişerek yarışma) yapmaya, rakiplerini yenerek şöhretlerini pekiştirmeye önem vermişlerdir. Osmanlı içinde yaşayan Ermeniler de aşıklık geleneğine büyük ilgi göstermişler, aralarından Coşkuni, Serveri gibi ünlü temsilciler çıkmıştır. Ermeni aşıklara (Aşug) denir.
Her türlü duygu ve düşünceleriniz için bize buradan ulaşabilirsiniz.