Edebiyatımızın en eski çağlarında halk şairleri, yüksek zümre şairleri diye birbirinden ayrı vasıflar gösteren şairler görmeyiz; çünkü bu çağlarda edebiyatta da, cemiyet hayatının başka mahsullerinde olduğu gibi, tabakalar ve zümreler yoktur.
Hatta batı türkçesinin en çok geliştiği, yüksek bir sanat dili haline geldiği Osmanlı İmparatorluğu çağında Anadolu ve Rumeli sahalarında XVI ncı yüzyıla kadar halk şairleri henüz daha sonraki yüzyıllardaki keskin karakterleriyle belirmiyorlar. Halk şairlerinin yüksek edebiyattan ayrılmağa yüz tuttukları bu ilk devrede de, bir zaman, yüksek edebiyatın (Divan edebiyatının) vasıflarını almağa başlıyan birçok sanatkarlar, hem dil, hem düşünüş bakımından, halka yakındırlar.
XVI ncı yüzyılın ortalarından başlıyarak, Divan edebiyatı kendi estetik ve düşünüş karakterleriyle gelişirken, bir yandan da halk şiiri kendi tabiî olgunlaşmasını devam ettiriyor. En büyük halk şairlerini XVI ve XVII nci yüzyıllarda görürüz.
Bu yüzyıllardaki keskin çizgileriyle halk şairlerinin belli başlı vasıflarını şöyle tesbit ediyoruz:
Halk şairleri, sanat mahsullerini yazı yoliyle değil, ağızdan ağıza, sözlü gelenek yoliyle yayan sanatkarlardır. Böylece bu şairler, en eski çağların şiir geleneğini devam ettirirler: Biliyoruz ki, her cemiyetin ilk sanat yaratma çağlarında şiir müzikle beraber ifade edilen bir sanattı ve yazılmaz, çağrılır, bu şekilde dillerde dolaşırdı.
Halk şairleri de şiirlerini yazmazlar çalıp çağırıp söylerler; eski ozanların kopuzlarına karşılık bunların da sazları vardır.
Halk şairi birkaç vazifeyi birden yapan bir sanatkardır:
1- Kendi eserlerinin şairi ve nakılidir.
2- Bazı hallerde, hem kendi eserlerinin, hem de başka eserlerin bestekarıdır.
3- Başka halk şairlerinin eserlerini yerden yere ve devirden devire götüren, yayan sanatkardır: O eserlerin hem müziğini, hem de sözünü nakletmek vazifesini üzerine almıştır.
Halk şairi kendi eserlerinden sadece önceden hazırlanmış olanları dinletmekle kalmaz; çok defa topluluğun o andaki isteklerine, zemin ve zamanın ilhamlarına uyarak "irtical" ettiği de olur. Bu bakımdan halk şairi, yüksek zümrelerin sanat adamlarından çok kolektif ve sosyal rolü olan, hem ilham bakımından, hem tesir bakımından topluluğa çok daha sıkı bağlarla bağlı bir sanatkardır.
Halk şairlerinin eski çağların sanat geleneklerini devam ettirdiklerini söylemiştik. Bunu sadece onların ifade hususiyetlerinde ve kullandıkları şekillerde değil, ele aldıkları konularda da görürüz. Halk şairleri mücerret ve kitabi konulardan çok, günlük hayata sıkı sıkıya bağlı konuları işlerler. Bu onların dinleyici muhitlerine bağlı bir olaydır. Yukarıda gördük ki halk şairleri eserlerini, yazılı edebiyat gibi, ayrı ayrı şahıslara vermezler, topluluğa verirler; birçok insanı bir anda ve bir yerde birden memnun etmek zorundadırlar.
Halk şairlerinin eserlerini konuları bakımından başlıca şu çeşitlere ayırabiliriz:
1- Destanlar: Bunlar, bir vaka üzerine söylenmiş uzun manzumelerdir.
2- Güzellemeler: Aşk şiirlerine, methiyelere, tabiat tasvirleri içinde şairin duygularını anlatan manzumelere bu ad verilir.
3- Taşlamalar: Hiciv ve sosyal tenkit şiirleri.
4- Koçaklamalar: Hamasi şiirler, cenk ve kavga şiirleri.
5- Ağıtlar: Bir ölüm veya büyük felaket vesilesiyle söylenmiş manzumeler.
6- Muammalar: Çözülmesi zeka maharetini gerektirecek, bilmeceye benzer, yahut da halk şairlerinin kendi aralarında ve dinleyici muhitlerinde oldukça derin tarih, din ve tasavvuf bilgisine ihtiyaç gösteren sorular ve bunların cevaplarından meydana gelmiş manzumeler. Bu türlü manzumeleri şairler karşılaşmalarında söyleşirler.
7- Her çeşit nasihat, tenkit, şikayet, iyilik telkini, talihin kötü cilveleri karşısında kendi kendini teselli, tevekkül duygu ve düşünüşlerini anlatan manzumeler: Fikri ve ahlaki vasfı taşıyan didaktik mahsuller.
Bunların dışında bir de halk şairlerinin eski epopelerin geleneğini devam ettiren mahsulleri vardır: Halk hikayeleri. Bunların içinde uygun yerlere yerleştirilmiş manzum parçalar belli halk şairlerinin mahsulleridir.
Halk şairleri bir de yetiştikleri muhitlere göre ayrılabilir:
1- Tasavvuf mevzularını işliyen, tarikat ve zümre fikirlerini temsil eden şairler: Muhtelif tasavvuf tarikatlerine mensup halk şairleri. Hususiyle Bektaşi tarikatı ve Alevi - Kızılbaş zümreleri bu vasıfları taşıyan pek çok kuvvetli şairler yetiştirmişlerdir: Kaygusuz ve Hatayi gibi.
2- Kasaba ve şehir muhitlerinde yetişmiş şairler. Bunlar bir-çok yönlerden Divan şiirinin tesiri altında kalmışlardır: Aşık Ömer, Cevheri, Erzurumlu Emrah gibi.
3- Köy şairleri. Bunlarda köylü hayatının yankılarını buluruz: Bayburtlu Celali gibi.
4- Göçebe şairleri, Türkmen şairleri. Göçebelik hayatının çeşitli manzaralarını, yeni hayat şartlarına uydurulmak istenen göçebelerin bu yeni nizamla savaşlarını, v.s bunların şiirlerinde ifade edilmiş buluruz. Dadaloğlu bunların başında gelir.
Bu ayırmaların dışında kalabilen halk şairleri de vardır. Yunus Emre'yi, Karacaoğlan'ı, Pir Sultan Abdal'ı buna üç misal olarak verelim.
Yunus Emre din ve tasavvuf konularını işlemiş bir şairdir. Karacaoğlan yarı göçebe bir köy muhitinin şairi olmak vasfını gösteriyor. Pir Sultan köylü bir Kızılbaştır. Fakat bu vasıflar onları, birçok halk şairlerinde olduğu gibi mahalli ve dar bir sanat çerçevesi içinde kapanmış olarak bırakmıyor. Bunlarda biz, büyük şairlerin bütün değerlerini buluyoruz. Onlar, zümre hususiyetlerinin yanında, bu vasıfları aşan insanlık kıymetlerine de sanatlarında yer verebilmişlerdir.
Halk şairlerini, milletimizin edebiyat tarihinin dışında görmüyoruz. Halk şairleri, az veya çok sanat kıymetleriyle, edebiyatımızın ve kültürümüzün kendi tarihi gidişi içinde anlaşılması için, diğer şairlerle beraber incelenmesi gereken şahsiyetlerdir; onların eserleri Türk edebiyatının bir parçasını teşkil eder. Halk şairliği bir sanatkarı kıymetten düşürecek bir damga olmadığı gibi, halk şairi de, ifade, üslup ve mahallilik vasıflariyle yüksek edebiyatın şairlerinden ne kadar ayrı olursa olsun, sanatkar olarak aynı gözle görülmeğe ve aynı metodla incelemeğe değeri olan sosyal bir vakıadır.
Her türlü duygu ve düşünceleriniz için bize buradan ulaşabilirsiniz.