20.11.1987 tarihinde Abdullah Kara ile yaptığım bir müzik söyleşisinde Abdullah dede türküyü çalıp söyledikten sonra hikayesini şöyle anlattı:
60 - 70 yıl kadar önce Karamürsel eşrafından Cezayirli Mehmet diye biri vardı. Çevresinde sevilen sayılan biri olan Cezayirli Mehmet, 1. Dünya Savaşı sırasında Karamürsel'e gelen Yunan birliklerine karşı silahlı mücadele etmiş kahraman biriydi.
O zamanlar, şimdi Yalova'ya bağlı olan Altınova yakınlarında Altınbey'in Çiftliği vardı. Burada yapılan bir düğüne giden Cezayirli Mehmet, gecenin geç vaktinde geri dönmek için yola çıkar. Karamürsel'e 3 km. mesafedeki Kırahmetoğlu Çiftliği civarında üç kişi tarafından pusuya düşürülür.
Ertesi günü Karamürsel eşrafından Hasan Kalyon, o civardan geçerken zeytin ağacına asılı bir küfe, ağacın yanında da bir at görür. Hasan Bey, Cezayirli'nin atını tanır, merak edip yaklaştığında küfenin kanlı olduğunu görür. Kanlar içindeki küfede Cezayirli Mehmet'in cesedi vardır. Hasan Bey derhal atını gerisin geriye sürüp Karamürsel'e döner ve jandarmaya haber verir.
Haber ilçeye bir anda yayılır. Jandarma ve yakınları ile birlikte halk da olay yerinde toplanmıştır. Tekbir sesleriyle Cezayirli Mehmet'in cesedi evine getirilir. İlçe büyük bir mateme bürünmüş, cenaze evi ise insan kalabalığı ile dolup taşmaktadır.
Ölüm raporunu hazırlamak için cesedi incelemek üzere doktor da gelmiştir. Kadınların toplandığı odada hıçkırıklar arasında şu ağıt okunur;
Çiftliğimin lambaları parlıyor
Doktor gelmiş yarelerim bağlıyor
Garip annem başucumda ağlıyor
Çok yazık oldu dil-i biçareye
Tükendi merhem yüreğim kanıyor
Ağlasada sızlasada hakkı var
Ecel gelmiş doktorumun vakti dar
Yeter annem çektiğin bu ahuzar
Çok yazık oldu dil-i biçareye
Tükendi merhem yüreğim kanıyor
Abdullah Dede, katillerin yakalandığını belirtip öyküyü bitirdi. Abdullah Kara türküyü ilk defa ablasından dinlemiş. Biz de yıllar sonra ondan dinledik. Kültür mirasımızı yıllarca tertemiz muhafaza edip, günümüze taşıdığı için ona şükran borçluyuz.
Onu rahmetle ve minnetle anıyorum.