Erisin ya! Erisin de sular düz ovayı bürüsün. Cümle alem de baharı geçip yaza ulaşsın. Yaylaya yürüsün. Ee n'olacak cümle alem yaylaya yürürse? Hüseyin de Emine'yi alıp kaçacak. Yani eskilerin deyişiyle, ölme eşeğim yaz gelsin!
Emine bir köy kızı. Ama köyün varsıllarından. Hüseyin de aynı köyden. Ama yoksul. Aynı havayı soluyorlar. Aynı pınardan su içiyorlar. Ama biri varsıl, öteki yoksul. Ne ki Hüseyin ile Emine birbirine vurgun. Emine için ya Hüseyin olur, ya da hiç kimse. Hüseyin için de varsa yoksa Emine. Neden derseniz diyelim:
Bir gün sığır sürerken köy meydanında gözgöze gelmişler. Bakışmış, gülüşmüşler. Sonra da ıpılık bir dostluk başlamış. Arada bir buluşup, kavilleşmişler. Hüseyin yüzünü kızartıp, Emine'yi babasından istetecek. Olursa olur, olmazsa Emine'nin bohçası hazır olacak. Yani ki kaçacaklar.
Köyden hatırlı üçbeş emmi dayı. Köyün imamı, öğretmeni, muhtarı, herkes Hüseyin'i seviyor. Emine'yle evliliğine yardımcı olmak istiyor. Ama ne mümkün? Emine'nin babası:
- "Yahu gerçekten Hüseyin, efendi çocuktur, çalışkandır, dürüsttür. Verdim gitti!" der mi ki? Demez.
İlkin hoşgeldiniz, beşgittiniz. Sonra da:
- "Ey imam efendi, ey öğretmen, ey benim güzel muhtarım, bu işin oluru var mı? Ne zahmet edip geldiniz! Hüseyin kim, ben kim? Sizin bu iş için gelmeniz bile benim kredimi düşürür. Davul dengi dengine vurur. Herkes yoluna gitsin" der.
Emine derseniz telaşlı. Babası yok derse, bohçası hazır. Anasına demiş zaten:
- "Ölürüm de Hüseyin'den başkasına varmam. Ya Hüseyin, ya da hiç kimse!"
Gözü kulağı da babasının vereceği yanıtta. Bir yandan kahve cezvesini sürmüş ateşe. Öte yandan gözü kulağı içeride konuşulanlarda. Kahve tepsisi titriyor elinde. Ya babası 'yok' derse. 'Vermem' derse.
Giriyor içeri. Sırayla kahve sunuyor konuklara. Ama durum iyi değil. Babasında surat bir karış. Emine içeri girince, konuşmalar kesiliyor. Bir şey duymuyor. Ama durumun iyi olmadığı da açık.
Çok geçmeden, konuklar ayaklanmış. El sıkışıp gitmişler. Babası cin atında. Açıyor ağzını yumuyor gözünü.
- "Köyde örf kalmadı. Düşünce sıfır! Ulan Hüseyin kim oluyor da benim kızımı istiyor. Hüseyin kendi karnını doyursun ilkin. Tövbe tövbe!" deyip dolanıyor evin içinde.
Hüseyin, sonucu duyunca, deli koyunlara dönmüş. N'apsa ki! Emine'yi kaçırsa nereye gider ki! Kışın ortası. Yol - bel kar altında. Hele bir yaz olsun. Karlar erisin. Akan sular düz ovayı bürüsün. Cümle alem yaylasına yürüsün. Koyunlar koça karışsın. Ak kuzular melesin de ondan sonra gidelim. Nedeni de sığınak meselesi. Hiç değilse birkaç ay sığınacak yer gerek. Bu kışın ayazında kime sığınırlar ki. Yaz olsa, bir tarlaya ırgat olurlar. Bir sürüye çoban. Kafalarını sokacak bir yer bulurlar. Sabır gerekli. Şunun şurasında ne kaldı ki kışın bitmesine, karların erimesine.
İyi, hoş ama, Emine'nin babasının kulağına da kar suyu kaçmış bir kez.
- "Kızın vakti geldi. Hayırlı bir kısmet çıksa da başını bağlasak. Al duvağıyla gelin etsek" diyor, Emine'nin anasına.
Ne desin anası:
- "Aman ha herif. Kızın kanlısı olma. O Hüseyin'den başkasına varmam diyor" diyemez ki.
Derse dayak hazır.
- "Demek öyle ha" deyip değneği almaz mı eline. Hem de nasıl.
Ana suspus! Sanki o kızı o doğurmamış. Hiç söz hakkı yok. Onun için bir yabancı sanki. Susup dilini yutuyor. Emine telaşlı. Durmadan haber salıyor Hüseyin'e:
- "Karı kışı bıraksın, götürsün beni. Yoksa geç kalacak" diyor.
Korkusu da gelip gidenlerin çokluğu. Ya bunlardan birisi kendisini istemeye geldiyse. Ya babası 'Verdim gitti' derse.
Sanki içine doğmuş Emine'nin. Iraklardan bir atlı gelmiş. Atın terkisindeki heybe armağan dolu. Anasına ayrı, babasına, kendisine ayrı armağanlar. Belli ki varsıl. Atı da bakımlı. İlkin atın sırtındaki heybeyi omuzlamış konuk, sonra da atı ahıra çekmişler. Selam verip selam almışlar.
Bir yorgunluk kahvesi içilmiş. Tabakalar açılıp, tütünler sarılmış. Laf lafı açmış, gelip Emine'ye dayanmış:
- "Bak değerli ağam. Bunca yolu bu karda kışta tepip neden buralara geldin diyeceksin. Elini öper bir oğlum var, bilirsin. Gözümün nuru, tek oğlum. İyi çocuktur. Hatırlıdır. Yol yolak bilir. Yakışığı yerinde, gücü kuvveti iyidir. Eh, mal mülk dersen, şükür Allah'a, kimseye muhtaçlığımız yok. Tarla takım, koyun sığır. Çok şükür!
Ne var ki, zamane bozuk. Şöyle temiz süt emmiş biriyle başgöz edelim de, gözümüz arkada kalmasın dedik. Varıp kapına geldik. 'He' dersen, gerisini düşünme. Başlıkmış, takıymış, düğün dernekmiş. Ne derseniz, o olur."
Emine'nin babası içten içe seviniyor. Gönlüne göre bir dünür çıktı diye. Hatırlı insan. Mal mülk de yerinde. Ee, üç köy uzaktaymış, ne çıkar. Kız dediğin nasıl olsa yabana gidecek. Ha bu köy, ha o köy! Bunları geçirmiş içinden. Ama renk vermemiş:
- "Ağam sağolasın, var olasın. Bizi belleyip, kapımıza gelmişsin. İyi. Hoş. Ama bir yol düşünelim de, haber salalım sana."
Yenmiş, içilmiş. Baş köşeye serilen yatakta geceyi geçiren konuk, ertesi gün geldiği gibi atına atlayıp, yola düşmüş. Emine'de yürek selanik. Alıyor, veriyor, veriyor alıyor. Varıp anasına:
- "Ana, bak ben sana demiştim. Hüseyin'den başkasına varmam. Sakın ola bu işe 'he' demiyesin" diyor.
Diyor da, anasını dinleyen kim! Babadan söz düşer mi.
- "Tam da bize layık bir aile. Malı mülkü yerinde. Başlığı da, ne istersen veririm dedi. Gerisi can sağlığı. İşi uzatmaya gerek yok. Haftaya haber salalım. İstemeye gelsinler."
Saat o saat! Söz o söz! Emine komada.
- "Ben mal mıyım, istediğinize satıyorsunuz. Malı da mülkü da başını yesin. Ben varmam o adamın oğluna" diyor.
Bir yandan da Hüseyin'e haber salıyor:
- "Yetti gayri. Al götür beni. Yoksa avucunu yalarsın. İş işten geçer" diyor.
Hüseyin'dir, doluya koyuyor almıyor, boşa koyuyor dolmuyor. Başını iki elinin arasına alıyor, düşünüyor, düşünüyor. Ne yapsa ki? Alıp karşı köye götürse, kim evine alır! Emine'nin babasının zulmünü kim göze alır!
Uzaklara nasıl gitsin. İş yok, güç yok. Bir yaz gelseydi. Karlar eriseydi. Ak kuzular meleseydi. Olsaydı, kalsaydı derken yatakta döne döne sabahı ediyor.
Derken, alacakaranlık ağarırken çat kapı! Emine.
Elinde bohçası "Geldim Hüseyin" diyor:
- "Fırsat eldeyken, ne yapacaksan yap! Durma köyden çıkalım. Yoksa babam bizi bize komaz."
Hüseyin şaşkın. Çaresiz. Ama, "Geldiğin yere geri git" diyemez. Sonra ne der köylü. "Kapısına gelen kızı koruyamadı. Bu ne biçim erkeklik" demezler mi? Derler.
Alıyor Emine'yi terkisine, atlıyor ata. Ama nereye? Dağların karı erimemiş ki. Akan sular düz ovayı bürümemiş ki. Ak kuzular melemiyor ki. Öyle olsa, vur yolun uzağına; kısmette ne varsa. Ama şimdi? Ağa uyanıp da duyarsa. Adamlarını bindirip salarsa. Candarmalar yola düşerse.
Akacak kan damarda durmaz. Dediği gibi de olmuş. Çok geçmeden, bir yandan Emine'nin babasının adamları; öte yandan "Kızımı zorla kaçırdı" şikayeti üstüne candarmalar! Çok uzaklaşmadan yakalanmışlar.
Hüseyin nezarete; Emine babasına teslim. "Ben ayrılmam. Ölsem de ayrılmam, Hüseyin'den" diye yakarmış Emine. Ama boş!
Hüseyin kodese; Emine, baba evine!
Gel zaman, git zaman duruşma günü yaklaşmış. Emine'den koparılan Hüseyin, öte yandan da yıllarca hapis yatacak. Tek umudu Emine. Eğer doğruyu söylerse. "Ben kendi ayağımla gittim. O beni kaçırmadı. Eğer suç varsa benimdir" derse, Hüseyin kurtulur. Yoksa işi zor.
Ya babası? Babası bırakır mı, Emine doğruyu söylesin. Karakolda bu böyle! Ya mahkemede? "Mahkemede bildiğimi söylerim" diyor, Emine.
Hüseyin derseniz telaşlı. Ya babasına uyarsa. Ya beni zorla kaçırdı derse. Umudu Emine'nin ifadesinde. Yoksa yıllarca çürüyecek hapiste.
Alıyor veriyor...
Derken mırıltı halinde dile getiriyor duygularını. Bir dilek, bir istek oluyor düşünceleri, dilinden dökülüyor bu türkü.
Emine, karakolda babasının dediği gibi ifade veriyor. Ama mahkemede iş değişiyor. Doğruyu olduğu gibi söylüyor:
- "Ben kendim gittim. O beni kaçırmadı" diyor.
Hüseyin hapis yatmaktan kurtuluyor. Ama Emine'yi alıyorlar elinden.
Olay bir türkü olup, yılların ötesinden, günümüze taşınıyor.