Hey Süleyman hey! Bilsen ki "Kaymakçı Kahvesi" mezar olacak sana, gider miydin hiç! Suna boylu, dudu dilli sevdiğini kor, gider miydin? Sırma saçlı, kara gözlü sevdiğini yakar mıydın? Ya anan? Ya baban? Biricik oğullarını, bile bile ateşe atar mıydın hiç?
Neyse ne. Olmuş bir kere. Olanla ölene çare yok derler. Çaresi şu ki, gönlü razı olmuyor insanın. Gencecik dal gibi Süleyman'ın pisi pisine gidişine. Ama elden bir şey gelmiyor. Tutup türküye döküyor içini insan.
Kimi, 'olayın kahramanı Ümmetali'dir' der, kimi Süleyman. Kimi yerde, türkü "Ümmetali" için söylenir, kimi yerde "Süleyman" için. Bilinen şu ki, Kaymakçı Kahvesi'nde bir genç vurulmuş. Adı ister Ümmetali olsun, ister Süleyman. Çok şey değişmez. Biz Süleyman diyelim, Süleyman bilelim gencin adını.
Devir Cumhuriyet öncesi. Gebe günler yani, doğurgan günler. Doğum sancıları içinde, yurt. Bir yandan dış düşman pay istiyor yurt topraklarından, öte yandan yerli işbirlikçileri paylaşıyor varlığımızı. İstanbul kendi çıkarını, kendi varlığını korumaya çalışıyor. Anadolu kurtuluş hareketi yer yer başlamış. Bileğine güvenen, yurdunu canı kadar seven bir avuç insan, çete harbi veriyor düşmana. Dağlar çatal yüreklilerle dolu. Bir de çapulcular var bunların arasında. Çoğu kez bunların adını kullanıyor. Salıyor adamını dağdan aşağı:
- "Çakırcalı şunca para, şunca, mal istedi. Ya verirsiniz ya da canınızı alırız diyorlar."
Yani ki, mert korkağa, yiğit çömeze karışmış. Kimin ne olduğu belli değil. Kendine 'efe' adını takan çıkıyor dağa. Ege dağları kaçakla dolu. Kanlıkısık'ta Çakırcalı, Kahrat'ta Gökçen, Bozdağ'da Avcı, Aydın Dağları'nda Poslu Efe tirim tirim titretiyor yöreyi.
Bir de Gavur Ali var. Kaymakçı'dan. O da dağda. Gavur Ali'nin bir de kız kardeşi var ki, güzelliği dillere destan. Aya demiş 'sen doğma ben doğacam'. Bir boy, bir pos. Bir endam ki, allah allah. Bir de tatlı dilli ki, adını 'Dudu' koymuş millet. Hiç kimse 'Ayşe' diye çağırmıyor. Dudu aşağı Dudu yukarı. Köyün de zenginlerinden Dudu'nun ailesi. Gel gelelim Dudu'nun gönlü Süleyman'da. Süleyman derseniz yoksul. Anasının babasının tek çocuğu. İlkin isterik olurlar, red cevabı alırlar. Yani ki verimkar olmaz, Dudu'nunkiler. Süleyman derseniz, iyi çocuk. Bir tek Dudu'ya boynu eğik, Dudu'ya bağlı. Aradabir gizlice buluşup, dertleşiyorlar, yol yordam arıyorlar.
- "Babam keçi inatıdır. Bir kere yok dedi mi, dünyada var dedirtemezsin. Nuh der, peygamber demez. Ali abim dersen, gavurun teki. Kendini beğenmişin biri. Bizi dileğimizce başgöz etmez bunlar. En iyisi kaçıp gidelim. Abim zaten dağda. Araya zaman girince hepsi yumuşar. Bir kaç ay başka yerlerde kalırız. Sonra da onların gönlü olur. Döner geliriz köye" diyor Dudu.
Süleyman dünden hazır. Tek kaygısı Gavur Ali'nin kini: "Ali kinlidir. Dağa çıkalı, burnu daha da büyüdü. Rahat koymaz. İz sürüp ayırır bizi" diyor, bir yandan. Bir yandan da "Başka çıkar yolumuz yok. Kaçacağız. Kinleri bitene kadar görünmeyiz. Olur biter. Yarına, hazır ol Dudu'm. Yarından tezi yokgidelim."
Varıp anasına da açıyor durumu Süleyman:
- "Böyleyken böyle. Yarın gece Dudu'yu alıp gidiyorum ben. Bu işin başka yolu kalmadı. Kız beni istiyor, ben kızı. Anası babası kararlı. Aradan çekilmiyorlar. Görsünler, el mi yaman bey mi!"
Anası karşı duruyor:
- "Aman oğul, onların şerrini çekme üstümüze. Ali, 'Gavur' adını boşa almadı. Elin gavuruyla bir olup, bizim efeleri eleveriyor. Gaddar adamdır Gavur Ali. Deve kinlidir üstelik. Vazgeç oğul. Biraz daha sabret. Belki taş yürekleri yumuşar. Gün doğmadan neler doğar. Bakarsın hükümet yakalar Gavur Ali'yi. Ali giderse belleri kırılır. Rıza gösterir, anası babası."
Şunu diyor, bunu diyor. Ama Süleyman duymuyor: "Dudu'yu yarın gece götüreceğim ana. Bu işin bekleri yok gayri."
Ne desin anası. Gözünün nuru, evinin direği bir oğlu. "Kendini iyi kolla. Bu Gavur şeytanla çomak oynar. Faka bastırmasın seni. Tuzağa düşme. Al, uzaklara götür Dudu'yu. Bizi de habersiz komayın."
Gün aşıp akşam olunca, atını eyerleyip, heybesini terkisine atmış Süleyman. Gecenin ilk karanlığında varıp beklemiş Dudu'yu kavil yerinde. Çok geçmeden Dudu gelmiş elinde bohçasıyla. Kuş gibi çarpıyor yüreği Dudu'nun. Tez elden bohçayı yerleştirmişler heybeye. Binmiş terkisine atın, Dudu. Dehlemişler. Devrent Deresi'ne çevirmiş başını atın Süleyman. Vurmuş mahmuzları. Sabaha yakın Ödemiş'i tutmuşlar. Varıp bir arkadaşının kapısını çalmış Süleyman. Zaten haberli arkadaşı. Bekliyorlar. Buyur etmişler içeri. Gereken izzet ikramı göstermişler.
Ertesi gün Dudu'nun evinde anlaşılmış mesele. Anası babası küplere binmiş. "Vay gahpenin oğlu vay! Gidinin oğlu. Demek bunu yapacaktın bize. Alacağın olsun. Bunu yanına, bırakırsak" diye ateş saçmaya başlamışlar.
Çok geçmeden Gavur Ali inmiş köye. "Vay gahpe analı vay! Ulan şerefimi beş paralık ettin be. Bunu kor muyum yanına. Beş mecitlik kurşun helal olsun sana. Gördüğüm yerde mıhlamazsam, bana da Gavur Ali demesinler. Hükümet başedemedi benimle, sen mi kafa tutacan. Benim bacımı kaçıracan ha! Alacağın olsun" deyip bangır bangır bağırıyor köy kahvesinde.
Şu da var ki, köylü içten içten seviniyor. 'Oh oldu! Dinsizin hakkından, imansız gelir! İyi etti Süleyman.'
Oh etti. Burnu sürtsün azıcık Gavur'un. Anlasın dünyanın kaç bucak olduğunu. Gavur Ali fellik fellik arıyor Süleyman'ı. Haber salmadığı yer kalmıyor. İzini sürüyor. Arıyor, tarıyor, boş. Süleyman'la Dudu kayıp. Aradan haftalar geçiyor, aylar geçiyor. Yok. Bir haber çıkmıyor. Gavur Ali küplerde. Deliler gibi dönüyor ortalarda.
Bakıyor olacak değil. İşin şeytanlığına kaçıyor:
- "Canım ne var ki aramızda. İki gönül bir olup, karar vermişler. Kan davası mı var aramızda. Bir hatadır yapmışlar. Gelsin el öpsünler, barışalım. Et tırnaktan ayrılır mı? Ne de olsa eniştemiz sayılır. Herkes yanlış yapabilir" diye dedikodu salmış ortalığa.
Bu sözler varıp Süleyman'ın kulağına ulaşmış. Bir yandan yakalanmak korkusu, öte yandan arkadaşına yük olma duygusu zaten üzüyor Süleyman'ı. Köylüleri gelip, Gavur Ali'nin yumuşadığını söyleyince, seviniyor Süleyman. Tez elden hazırlığını yapıyor. Dudu'ya da anlatıyor durumu:
- "Ali'nin yüreği yumuşamış. Gelsin el öpsünler, barışalım diyesiymiş. Usandım gizlenmekten. Bitsin bu korku. Gider babanın ananın elini öperiz. Üç beş emmi dayı da girer araya. Olur biter."
Dudu kararsız. Dudu korkulu:
- "Sen onları bilmezsin Süleyman. Deve kini vardır bizimkilerde. Şeytanlığına düşünüyorlar bu işi. Benim gönlüm razı değil. Ama sen bilirsin."
Sözün kısası, akşama doğru atlarına binip düşmüşler yola. Devrent Deresi'ni yatsıya doğru tutmuşlar.
Devrent Deresi de dere. Dumanlı dere. Boranlı dere. Göz gözü görmüyor. Zor güç yol buluyorlar. Gecenin bir yarısında da Kaymakçı'ya ulaşıyorlar. Anası babası sarmaş dolaş Süleyman'ın. Süleyman'ı bırakıp Dudu'yu, Dudu'yu bırakıp Süleyman'ı öpüyorlar. Sonunda durumu sergiliyor baba:
- "Gavur Ali'nin gönlü oldu. Gelip el öpsünler dermiş. Anası babası da onun ağzına bakıyor. Sabah üç beş büyük de bulalım birlikte gidersiniz. Olur biter."
Sabahı zor etmiş Süleyman. Tez elden kalkıp kahveye gitmiş. Gitmiş ki büyüklerden bir kaç kişi bulsun. Varıp birlikte gitsinler kayınbabasına. Girip selam vermiş. Dost, bildikle sarmaş dolaş. Hoş beş, demeye kalmadan, kahve kapısı bir tekmeyle açılmış. Gavur Ali hışımla girmiş içeri. Süleyman arkadaşlarıyla masada oturuyor. Doğruca Süleyman'a yürümüş Ali.
- "Vay gahpe dölü vay. Düştün tuzağıma sonunda. Sen kimsin, benim bacımı kaçırmak kim? Benim şerefimle oynayacak adam mısın sen?" deyip belinden beşlisini çıkarmış. Alnına çevirmiş namluyu. Süleyman ne olduğunu anlamadan yıkılmış yere. Kaymakçı Kahvesi ana baba günü. Masalar sandalyeler girmiş birbirine.
Gavur Ali silahını kınına koyup çıkmış dışarı. Dağ yolunu tutmuş yeniden. Dudu haberi duyunca yerlere atmış kendini. Süleyman'ın anası, babası deli divane: "Yediler oğlumu. Kalleşlikle yediler." deyip yerlerde sürünüyorlar.
Olay halkın diline başka yansıyor. Devrent Deresi'nden alıp, Kaymakçı Kahvesi'ne türküleşiyor halkın dilinde. Söylenip günümüze dek geliyor türküyle.
Sevdiği uğruna can verir Süleyman ya, Gavur Ali'nin de ettiği yanında kalmaz. Zaptiyeler basar dağda bir gün, delik deşik ederler Ali'yi de.