Göksun'un Keklikoluk köyünden olan Alo, bu köyün ağası Demiroğlu Mualla Hüseyin'in işlerinde çalışan yoksul bir köylü gençtir. Mualla Hüseyin'in davarını yaymakta ve ev işlerine bakmaktadır. Mualla Hüseyin, koruyup kollayacağı vaatleriyle, Alo'yu her işe koşmakta ve kullanmaktadır.
Ağa kapısındaki bu kullanılma, askere göndermeme konusunda sözlerin suya düşmesiyle sona erer. Alo, o güne kadar karın tokluğuna kendisini çalıştırıp, sözünü yerine getirmeyen Demiroğlu'na karşı kinlenmiş, hınçlanmıştır.
O güne kadar köyün mutlak hakimi olan Demiroğlu, bu gergin ortam içinde, bir koçunun kaybolmasını bahane ederek, Alo'nun anasını acımasızca cezalandırır. Demiroğlu'nun adamları önce Alo'nun anasına tecavüz eder, sonra da döve döve öldürürler. Demiroğlu, bu cezalandırmayla halka bir ibret dersi vermek isterken, halkın nefretini de iyice artırır.
İşte bu acılı olay Alo'da sonsuz nefret duyguları yaratır ve onu dağa çıkartır. Alo, genç yaşta dağlardadır. Eşkıya gruplarına katılmış ve onlardan ders almaktadır. Aradan zaman geçtikçe, Alo'nun Kara Pano gibi namlı eşkıyalardan ders alarak zorlu bir eşkıya olduğu dilden dile, kulaktan kulağa yayılır.
Alo'nun tek amacı vardır: Köye kan ağlatan ve anasını acımasızca öldüren Demiroğlu'na gerekli dersi vermek.
Onun yönetimle ya da kolluk kuvveti jandarmayla bir işi yoktur. Bu yüzden elinden geldiğince jandarmayla karşı karşıya gelmek istemez. Türküde geçen "Hükümetle yoktur işim, ben hasmımı bilirim diyor" sözleri de bu tutumunu gösterir. Onun eşkıyalık ustası Kara Pano da bu düşüncededir.
Çepel Dünya'da Alo'nun ve ustası Pano'nun bu eğilimi şöyle yansıtılır:
"... Demircioğlu'nun jandarma getirip peşlerine takacağını, bir müddet için buralardan uzaklaşmalarının iyi olacağını söyledi. Jandarma ile karşılaşıp işi alevlendirmek istemiyorlardı. Hele Pano, hiç istemiyor jandarmayla karşılaşmayı. On iki yıllık eşkıyalığında jandarmaya tek kurşun atmamıştı. 'Candarma emir kuludur. Ona verilen emri, o yerine getirmeye mecburdur. Candarmayı bekleyen anası, babası, avradı çoluğu-çocuğu var sılada. Candarmaya kurşun atmak namertliktir.' diyordu."
Alo, kendisiyle hesaplaşacağını açıktan Demiroğlu'na da bildirmiştir. Hükümetle işi olmadığını da. Demiroğlu, başlangıçta önemsemez bu haberleri ve Alo'yu. En azından öyle görünür ve suçunu bildiği için sorunu sessizlikle çözümlemeye çalışır. Amacı sorunu büyütmeden, Alo'nun işini bitirmektir. İşin kolayı varken, başına yeni dertler açmaya gerek yoktur.
Fakat zaman geçtikçe Alo'nun hiç de kolay kolay yutulmayacağını anlar. Çünkü Alo'yu yoketme konusundaki bütün planları boşa çıkar. Üstelik her defasında Alo'nun üstüne gönderdiği adamlarını kaybeder. Türküde geçen öldürme olayları, bu toplu girişimlerin başarısızlıkla sonuçlanmasını gösteriyor.
Demiroğlu adamları aracılığıyla sorunu çözemeyince jandarmaya başvurur ve gücünü kullanarak Alo'nun akrabaları ve köydeki yandaşları üzerinde terör estirir. Köylüler karakollara taşınırlar aralıksız. Yakın akrabaları işkencelerden geçirilirler. Fakat bir şey edilemez. Çünkü Alo arkadaşlarıyla Toroslar'a geçmiş, oradan da Çukurova topraklarına inmiştir.
Uçsuz bucaksız bir memleket Çukurova. Açlar orada, toklar orada, eşkıyalar kışın orada, hırsızlar, puştlar hepsi orada. Hem iyi, hem de kötü, insan ambarı Çukurova.
Toros insanı eşkıyalarla içiçe yaşar. Eşkıyaların doğal barınağı gibidir, Toroslar'daki oymaklar. Çünkü buralardaki toplulukların yaşama yerleridir, dağlar.
Alo, ele geçmedikçe Demiroğlu'nun öfkesi, dolayısıyla köylüler üzerindeki baskısı da büyür. Jandarma baskısıyla yetinmez. Alo'ya yardımı olduklarından kuşkulandığı evlere baskınlar düzenletir adamlarına.
Elif'i bir gece, herkesin uyuduğu bir sırada evini bastırıp, adamlarına dövdürttü. Süleyman Çavuş'u da dövdürttü, bayılıncaya kadar.
Elif yediği darbelerden halsizleşmiş, yataklara düşmüştü. Elif yataklarda yattığı müddetçe köylülerin gözünde büyüdü, kahramanlaştı. İlahlaştı adeta. Maniler söylendi Elif üstüne, türküler uyduruldu, iç paralayıcı, acı kokan, dert kokan, illet kokan türküler.
Olaylar her geçen gün Alo'nun lehine gelişir. Alo, köylülerde bir "umut" haline gelmişti. Kahramanlaştı köylülerin gözünde. Günün birinde mutlaka gelip, Demiroğlu'na layık olduğu dersi vereceğine inanıyorlardı. Köylüler, bu inançla bağırlarına taş basıp bekliyorlardı.
Derken beklenen gün gelip çatmıştı. Köyde kalmayı uygun bulmayan Demiroğlu Göksun'a yerleşmişti. Göksun'daki konağında adamlarını çevresine toplamış, keyif yapıyordu. Bunu haber alan Alo, kılık değiştirerek konağa yönelir. Bir gölge, bir sır olmuştu Alo. Demiroğlu'nun adamları farkına varmamışlardı birinin kapıya dayandığının. Alo, Demiroğlu'nun oturduğu büyük odanın kapsına dayanmıştır bile. Silahının namlusuyla açar kapıyı.
"Hazır ol Demiroğlu, ben geldim!" der.
Demiroğlu'nun korktuğu başına gelmiş, Alo yakalamıştır onu. Uzun ve acılı bir öykü burada noktalanır:
Alo hayfını almıştır. Üstelik Demiroğlu'nun saltanatı bitmiş, ama Alo kahramanlaşmıştır halkın arasında.
Üstüne türküler yakılmış, destanlar düzülmüştür. Sonradan jandarmalarca vurulduğu yolundaki sözlere de kimse inanmamıştır.