Yılı belli değil, herhalde çok eski, Harput'un belli başlı mahallerinden (Hoca Ahmet Asım Efendi'nin konağının bitişiğinde) birisindeyiz. Burada mütevazi bir aile oturuyor. Bir ana, bir oğul, bir de gelin. Tanrı bu aileye iki de kız çocuğu vermiş. Birinin adı Nesibe, diğerinin Pamuk. Doğrusu ikisi de güzel mi güzel. Fakat Nesibe çok şirin ve cazibeliydi.
Bir kış günü baba, satlıcana (zatülcenp) tutularak bir hafta içinde ölüyor. Gel zaman git zaman anaya da bir kısmet çıkarak Yılangeçiren köyüne gelin gidiyor. İhtiyar büyük ana Güllü bacı ise, oğlunun yuvasını bozmadan bu inci gibi torunlarına kanat açarak Harput'ta kalıyor. Kızları büyütüp yetiştirmeye çalışıyor.
Kızlar gerçi yetişiyorlar fakat evde ana baba baskısı olmadığından serbest, hoppa ve afacan olarak.
Nesibe büyüyüp geliştikçe güzelliği de o nisbette artmakta. Boyu, posu yerinde. Yüzünün hat güzellikleri, kara kaşları, kara gözleriyle müstesna bir Harput güzeli. Onu kim görürse hayran olurmuş. Onun bu güzelliği az zamanda bütün şehre yayılmış, dillere destan olmuş.
Bu haliyle beraber, Harput gibi mutaassıp bir muhitte, serbestçe evinin damına çıkıp damdan ve pencereden gelip geçenleri seyretmeye ve kendisini satmaya başlayınca bütün Harput'un dedikodusu Nesibe'nin üzerinde toplanır.
Harput'un çölleri hiç dururlar mı! (İstanbul'da Külhanbeyi, Diyarbakır'da Perhas, Erzurum'da Dadaş ne ise Harput'ta da "Çölle" aynı anlamdadır.) Nesibe'yi bir kerecik olsun görmek için takip ve tecessüler günden güne çoğalır, tazyikler başlar. Her gece sabahlara kadar pencerelerine, damlarına taş yığdırılmakla rahatsız edilirler.
İşte bu hovardaların arasında başka Karaligilin (Kara Aligil) Mustafa vardır. Elazığ Mebusu Naci Bey'in küçük kardeşi Mustafa yakışıklı bir gençtir. Aynı zamanda iyi bir ailenin çocuğudur. Fesinin üstüne ince boyalı yazma sarar, mert, cesur, fakat hovarda mı hovardadır. Aynı zamanda saz da çalarmış.
Nesibi'nin gönlü de Mustafa'dadır. Fakat bunun karşısında Hüseynikli Hamdi Çavuş namında bir belalı vardır. (Jandarma süvarisi ve yağız bir delikanlı.) Görevine gidip gelirken Nesibe'yi görür, beğenir ve gönlünü kaptırır. Hamdi Çavuş bir taraftan kızı sıkıştırdığı gibi, bir taraftan da büyük anası Güllü bacıya müracaatla Nesibe'ye talip olur. Hamdi Çavuş hem Nesibe'den hem de büyük anadan yüz bulamayınca tehdit ve müdahalelerini sıklaştırır.
Güllü bacı daha da ihtiyarlamıştır. Bu durumdan biraz olarak Nesibe'yi evinden uzaklaştırmak ve Mustafa Bey'e vermek için Yılangeçiren'deki anasının yanına gönderir. Nesibe Mustafa'dan ayrılmak istemez, fakat mecburen ağlaya ağlaya anasının yanına gider. Fakat Hamdi Çavuş Nesibe'nin gittiği yeri de öğrenerek oraya da musallat olur.
Orada da gerek kız, gerekse de anasından yüz bulamayınca deliye döner ve elindeki martiniyle Nesibe'yi öldürür, sonra da atına binip firar eder. Bu acı ve kötü haber Harput'ta yayılınca, Harput'un meçhul şair ve bestecisi (türkü yakıcısı) bu ezgiyi dile getirir.