1243'te Kösedağı'nda Moğol ordusunun başlattığı kanlı savaş, II. Keyhüsrev'e bağlı Selçuklu ordusunun yenilgisiyle sona ermiştir. Anadolu, Moğolların himayesine girdikten sonra Kırşehir'deki Malya ovası, istilacı Moğol ordularının yaylak ve kışlağı haline gelmiş idi. Binbir güçlükler içinde Selçuklu'yu kuran Türkmenler (Oğuz) ise, Moğol istilasıyla birlikte, İran ve Arap kültürünün etkisinde kalarak Türklüklerini kaybedip yabancılara hizmet eden devlet adamlarından ve aydınlardan nefret ediyordu.
Devletin perişan halini gören Karamanoğlu Mehmet Bey, Eşref ve Menteşeoğulları başta olmak üzere Türkmenleri başına topladı. Konya üzerine yürüdü ve başkenti ele geçirdi. II. Keykavus'un oğlu olduğunu söylediği Gıyaseddin (Alaeddin) Siyavuş (Cimri)'a Ebul-Feth unvanı verdi ve Sultan ilân ederek Selçuklu tahtına oturttu. (Selçuklunun o günkü bozuk düzeninden yararlanan bir çok yazar, halkın gözünden küçük düşürmeye çalıştıkları Siyavuş'a (Cimri) lâkabını takmışlardır.) Siyavuş adına hutbe okutup para bastırdıktan sonra, bir Türk Devleti olan Selçuklu sarayında Farsça ve Arapçanın kullanılmasında büyük rahatsızlık duyan Mehmet Bey, Farçaya karşı Türkçenin resmî-dil olması için şu tarihi bildiriyi yayınladı. "Bu günden sonra: Divanda, Sarayda, Dergâhta, Dairede, Mecliste, Meydanda, yani bütün toplantılarda ve her yerde Türkçeden başka, dil kullanılmayacaktır." Karamanoğlu Mehmet. 1277."
III. Keyhüsrev, Moğol hanında yardım istedi. Moğol ve Selçuklu ordusu karşısında tutunamayan Siyavuş ve Karamanoğlu Mehmet Bey, ele geçirdikleri Selçuklu iktidarını bırakmak zorunda kaldılar. Tutsak edilen Siyavuş ve Mehmet Bey başları kesilmek suretiyle öldürüldü. Mehmet Beyin kesik başı Konya'ya getirildi, halka gösterildi. Siyavuş'un derisi yüzülerek içine saman dolduruldu. Sonra da şehir şehir dolaştırılarak halka korku salmak için gösterildi. 1278.
Karamanoğlu Mehmet Bey'in ölümünden sonra Türkmen halkın yaşadığı bölgeleri baskı altına alan Moğol ve Selçuklu idarecileri, Kırşehir ve yöresinde baskılarını iyice artırmışlardı. Kırşehir'e gelen idareciler, halka öyle zulümler ediyorlardı ki, memleket baştan başa harabeye dönmüştü. Meşayih, onların arzularını yerine getirmek için tekkeleri, evlerini rehin koydular. Ağır vergiler nedeniyle aç ve çıplak kalan halkın yoksulluğu neticesinde Kırşehir'de bir tek baca dahi tütmez olmuştu. Bu soygunlar sonunda halkın elinde servet namına bir şey kalmadı. Sülük gibi halkın damarlarındaki kanı emen bu zalimler o kadar aç gözlülerdi ki, ellerine geçirdikleri bir taneyi testereyle elini bileğinden ayırsan dahi geri vermezlerdi.
Moğolların tayin ettikleri valilerin ağır zulümleri, Selçuklu idarecilerinin açgözlülüğü, Kırşehir'de hayatı çekilmez hâle getirmiştir. Bu baskılardan iyice bunalan halk, Kırşehirli bir Türkmen Beyi olan Kızıl Ahmet'in başkanlığında başta Moğollar olmak üzere, kendilerine iyice yabancılaşmış bulunan Selçuklu yöneticilerine karşı isyan etti.
Fuad Köprülü ve Şehabeddin Süleyman'ın yazmış olduğu "Yeni Osmanlı Tarihi Edebiyatı" adlı eserde, o dönemde yaşayan Yunus Emre'nin de Kızıl Ahmetli Türkmenlerinden olduğu bildirilmektedir. Coğrafî konum da bunu doğrular. Aksaray vilayeti Ortaköy kazası Kızılırmak deltasındaki Ziyaret dağında Yunus Emre'nin mezarı vardır. Üzerine bir türbe yapılmıştır. Yunus'un Şeyhi Taptuk Emre de, Ziyaret dağının karşısındaki Ekecik dağı eteklerinde kurulu, Tabduk Emre köyünün camisi içinde yatmaktadır.
Kızıl Ahmet, başına topladığı dört bin kadar Türkmenle birlikte Konya'ya doğru harekete geçti. Aksaray yakınlarında Moğol ordusuyla karşılaşan Kızıl Ahmet Bey, bozguna uğradı ve geri çekildi. Bir türlü ele geçirilemeyen Kızıl Ahmet, Kırşehir'deki zalim Selçuklu ve Moğol idarecileriyle yıllarca mücadele ederek onlara kan kusturdu. Türkmenlerin direnişinden bıkan Moğollar, buralarda tutunamayarak geri çekilmek zorunda kaldı. Elimizdeki cönkte bu konu hakkında böyle bir türkü bulunmaktadır.