Kırşehir'in güneyinde akan Kızılırmak'ın karşı yakasındaki köylerin birinde 1800'lerin ortalarında Çopur lakabıyla anılan bir eşkıya türemişti.
İl merkezine 23 km. Kesikköprü yakınındaki taş deresini kendisine mesken edinen Çopur ve yandaşları, geceleri civar köyleri basıp halkın elindekini zorla alıyor, kıymetli eşyalarını yağmalıyordu. Çobanları ölümle tehdit edip sığır ve koyun sürülerini gasbeden eşkıyabaşının yöre halkına yapmadığı zulüm kalmamıştı.
Halkın şikâyeti üzerine Çopur'un peşine düşen hükümet kuvvetleri, akla gelen her tedbire başvurmuş, fakat eşkıyabaşını bir türlü ele geçirememişlerdi. Bir kaç kez ablukaya alınmasına rağmen bazı aşiretlerin desteğiyle bir fırsatını bulup hükümet kuvvetlerinin elinden kurtulan Çopur, yörede faliyetlerine devam ediyordu. Eşkıyabaşı Çopur'la başedemiyeceğini anlayan devlet, Kesikköprünün bir ayağına geçici bir karakol kurup bölgeyi kontrol altına almış ve bununla birlikte eşkiyabaşının köprüde geçeceği günü gözetlemeye başlamıştı. Bir gece yarısı gizlice Kesikköprüden geçmekte olan Çopur ve adamları, köprüyü bekleyen müfrezeler tarafından fark edilmiş, çıkan çatışmada Çopur Kesikköprü üzerinde vurularak öldürülmüştür.
Çopur'un müfrezeler tarafından öldürüldüğünü duyan Çopur'un mensub olduğu aşiret ayaklanarak köprü başını bekleyen müfrezelere karşı saldırıya geçmişlerdir. Çıkan çatışmada köprünün orta yerindeki kitabesi, karşılıklı atılan kurşunlarla ne yazık ki okunamaz hâle gelmiştir. Ayaklanan aşiretin, hükümet kuvvetleri tarafından köprüde yolu kesilip yenilmesi üzerine bölge halkı bu köprüye o günden sonra "Kesikköprü" adını vermiştir.
O günleri yaşayan, Kırşehir, Mucur'a bağlı Küçük Kavak köyünden Âşık Hüseyin bu olayı türküdeki gibi dile getirmiştir.