Bu türkünün yakıldığı zaman ben henüz dünyada bile değilmişim. Bundan yüz sene evvel Ege sahillerinde düşman toprakları içinde kalan eski bir ilimizden Bolu'ya gelerek yerleşen bir ailenin üç kızı Cevriye, Fevriye ve Nevriye, yetiştikleri muhitin gelenek ve göreneklerine göre, daha mutaassıp ve tutucu olan Bolu'muzun gidişatına uyamamakta ve serbest hareket etmekteler. Onların bu hareketleri herkesin dikkat nazarını üzerinde toplamakta ise de onlar buna aldırış etmemektedirler. Anne baba da serbestliklerinde bir sakınca görmemektedirler.
Memleketin zengin ve eşraftan üç evladı da evli ve her birinin ikişer üçer çocukları olmasına rağmen, bunların cazibesinden kurtulamayarak alaka peydah ederler. Bazı akşamlar evlerine giderek içkili alem dahi yapmaya kadar işi ilerletirler. Bu sebeple de kızların adı "Kız kahpesi"ne çıkar, herkes bunlara "Kız kahpeleri" diye söylemeye başlar.
O zamanlar, hatta yakın tarihimize kadar mahalle bekçileri, kendi mahallelerinin hırsızlık vesaire bekçisi olduğu gibi, mahallenin ırz ve namusunu da korurlardı. Mahallelerinde böyle bir hareketin olmasına herkesten evvel onlar ilgilenirdi. Bu üç kafadar arkadaş bir akşam yine felekten bir gün çalmak için, akşamdan sonra bu eve damlarlar. Bekçi de bunları takip etmektedir. Tam oturup içki alemi yapılacağı zaman mahallenin imam, muhtar ve azalarına da haber verilir. Kapıya dayanırlar. Fakat içeridekilerin kimler olduğunu bilen yok. Başka mahalleden oldukları için, bekçi de kim olduklarını bilmiyor.
Kapı çalınır, içeridekilerde şafak atar, çar naçar kapı açılır, içeridekiler de kaderlerine razı olup kapıya gelirler. Fakat bu üç delikanlıdan birisi her nasılsa ortadan yok olur. Ararlar, tararlar bulamazlar. İmam ve ihtiyar heyeti karşılarında dikilen iki delikanlıyı görünce şaşkınlık içinde zaptiyeye haber gönderirler. Zaptiye gelince bu iki delikanlı ve üç kızı alıp kapı altına götürürler. Bu iki delikanlıdan ayrılan üçüncü kişi o hengamede un kilerine girer. Fakat giydiği elbisenin siyah olması nedeniyle eli yüzü, üstü başı bembeyaz un olmuş, ne kadar saklanmış ve temizlenmişse de un tozlarını çıkaramamış bir vaziyettedir. Bu durum karşısında eve de gidemez yakında bulunan çiftliklerine kadar, peşine düşen bir sürü köpeğe rağmen kendini güç bela kurtarıp çiftliğe ulaşır. Çiftlik kahyasının karısı Şerife Abla temizlemeye uğraşsa da temizleyemez.
Sabaha kadar arka sokaklardan evine gelir, böylece kapı altına gitmekten kurtulur. Kapı altına götürülen diğer iki delikanlı da orada iyi karşılanırlar, dayak faslı filan olmaz. Bittabi evlerine haber vermekle beraber, memleketin zaptiye komutanı Hamza Bey oğlu Kara Yüzbaşı Ahmet Ağa'ya da haber verilir. Tutuklananlardan birinin evine de haber gidince annesi başını bacaya uzatıp "Bu da başımıza geldi" diye bir hayli haykırır. O sırada aileden birisi:
- "Büyük Hanım ne duruyorsun, kardeşine git, git de onu kurtarsın", der. O da hemen kardeşinin evine gelerek durumu anlatır. Kardeşi kapı altına gider, kapıda Kara Yüzbaşı Ahmet Ağa ile karşılaşır (Kara Koç). İkisi de mahzun birbirlerinin yüzüne bakarlar, "Bu iş nereden çıktı" der gibi.
İçeriye girerler. O sırada zaptiyeler de çay yapmışlar, bu iki delikanlı ve kızlarla çay içmektedirler. Karşılarında Kara Yüzbaşı ile diğer yeni gelen kişiyi görünce, çay bardakları ellerinden düşmüş, kırılmış. Kumandanın odasında oturup bu büyük hadiseyi incelerlerken kızların babası her nasılsa kahveden çıkıp kapı altına gelir, bu iki delikanlının kendi misafirleri olduklarını söyleyince, hadiseye ayrı bir yön verilerek olay örtbas edilir. Bu suretle kapatılmak istenen olay, henüz isminden bahsedilmeyen bir ozan tarafından türkü yakılıverir.