Eskiden Osmaniye köylerine ait meralarda, konar göçer sürü sahipleri, yani göçebeler, kış aylarında çadırlarını kurarlar, yaz aylarında yaylalara göçerlerdi. Bunlara yerleşik halk, "Aydınlı" derdi. İşte bu göçebelerden bir grup Aydınlı; Tüysüz köyünün merasını, koyunlarını otlatmak için icara almıştır. Çadırı meraya kurmuş, koyunlarını otlatmaktaydılar.
İşte bu Aydınlının bir kızı vardı. Tüysüz köyünde "Sefil Durdu" adında biri o Aydınlı kızına aşık olmuştu. Sefil Durdu çadırlara yakın bir yerde ekin bekliyordu. Aydınlı kızı ekin tarlasına yakın yerde kuzuları otlatıyordu. Durdu, kıza yaklaşıp "Bre kız adın ne?" diye sordu. Kız da: "Benim adım Ayşe." dedi.
- "Adın da güzel, sen de güzelsin. O kuzuları yayma, bizim ekin çok yüksek. Getir kuzuları. Ekinde yayalım".
Kız da:
- "Ya baban döverse", deyince;
- "Yok canım zaten ekin çok yüksek, getir kuzuları".
Kız kuzuları ekine salmış, şöyle ekine de bir bakmış. Ekin çok yüksek değil. Kıraç bir tarla ve ekinlerin de aşırı gidecek bir durumu yok.
Kız ile oğlan bir kenara oturup şundan bundan konuştuktan sonra:
- "Bak Ayşe ben zengin bir ailenin oğluyum, seni bu konup göçmekten kurtarayım, seni isteyeceğim", demiş.
Ayşe de:
- "Babam vermez", diye cevap vermiş.
Sefil Durdu:
- "Vermezse kaçarız", demiş ve Ayşe kabul etmiş.
Bunlar konuşa dursun, kuzular ekinleri yediğini yemiş, yemediğini yerle bir etmiş. Durdu akşam eve varınca, yüzünden düşen yüz parça bir durumda.
Annesi:
- "Oğlum sana ne oldu. Yüzün azgın, üzüntülüsün".
- "Anacığım şu meradaki çadırda bir kız var. İsmi Ayşe, o kızı bana almazsan bu diyardan başımı alır giderim".
- "Aman oğlum, bir kız için senden olamam. Yarın gider isterim", demiş. Sefil Durdu sevincinden annesinin eline sarılarak öpmüş.
Sabah olunca annesi biraz hediye alıp çadırlara doğru giderken ne görsün, ekinlere olan olmuş. Durdu da anasından evvel uykudan kalkıp ekinleri beklemeye gittiği için oradaymış. Anası Durdu'yu çağırmış.
- "Oğlum yağmur yağmadı ki dolu vurdu diyesin. Ne oldu bu ekine", demiş.
- "Ayşe sana varırım deyince kuzuları ekine vurduk", demiş.
Annesi:
- "Şimdi battık", diye çırpınmış. Çünkü ondan başka ekinleri, ekilmişleri yokmuş.
Annesi kendini toplayarak:
- "Ne olduysa oldu, giden geri gelmez. Bari şu kızı isteyip almanın bir çaresini düşünelim", deyip çadıra varmış.
Çok sözün kısası kız için söz almışlar. Sefil Durdu işi aşı unutmuş. Her gün çadıra gidip gelir olmuş. Bir gün annesi:
- "Bire oğlum işi aşı unuttun, çadıra verdin. Komşuların danası, buzağısı bahçeyi batırıyor. Biraz dikeç kes de bahçeye ağıl yapak", demiş.
Durdu gönülsüz bir şekilde tahrayı alıp dağa doğru yürümüş. Tüysüz tepesi diye bilinen yüksek tepeye çıkmış:
- "Yahu bir de şu Ayşe'nin çadırına yüksekten bakayım", deyip yönünü döndüğünde bir de ne görsün, çadır göçmüş. Çadırın yeri Kumarlı yurdu gibi bomboş.
Sefil Durdu ağlayıp sızladıktan sonra kendine gelmiş. Aydınlıların göçerken gittiği yollardan geçerek Toprakkale'nin alt kısmındaki Dağıstan'a, oradan Abasıkeleş ve Sakızgediği'ne geçerek Uzunyayla'ya doğru giden yollara bakarak türküyü yakmış:
Hele bakın şu yazının seline
Ağca ceren konmuş Yamalık'ın yoluna
Bir suvalim kaldı Dağaslan'ın eline
Benli Ayşe'm oralardan geçti mi
Biraz ekmek etdim gitti beleşe
Gayka kaşın kirpiğine dolaşa
Bir suvalim kaldı Habası Keleş'e
Benli Ayşe'm oralardan geçti mi
Habası Keleş'ten öte hayıtlı dere yoluna
Doyup osanmadım datlı diline
Bir suvalim kaldı Sakızgediği eline
Benli Ayşe'm mayaları çezdi mi
Tek dudun dibinden doğrulttu yolu
Aşdı getdi cilbirtinli beli
Amanat olsun da Alhanlı köyü
Benli Ayşe'm oralardan geçti mi
Nazına da Sefil Durdu'm nazına
Bakma sen de deli aşığın sözüne
Yandım tutuştum da bir aydınlı kızına
Sefil Durdu'm dolusunu içdi mi