Bir zamanlar, zengin kızı, güzel Kezban'a aşık olan Çoban Ali, aylar yıllar yüreğinde yanıp tutuşan karasevdasına dayanamaz, anasına açar:
- "Bu aşk, Kezban'la beni ondurmaz, öldürür, bir kez git, kızı babasından iste, görelim ne derler?" diyerek, anasını zenginin evine yollar. Kızın babası:
- "Oğluna söyle... Yüksek dağların başı dumanlı olur, baş döndürür. Başını yükseklerde gezdireceğine, dağın eteklerinde sürüsünü otlatsın, dengini bulsun..."
Bu sözler, Ali'nin de, Kezban'ın da yüreklerini can evinden yaralar. Kaçmaya karar verirler ama, bir pınar başında buluştukları gece, pusuya düşerler, aşklarının kefaretini hayatlarıyla öderler. Ardından türküler, türküler... Sesler bütün Uşak yaylalarını doldurur, sesler tellerden dökülür:
Evlerinin önü marul,
Sular akar harıl harıl,
Koy da git, dengine sarıl.
Uyan Alim nenni lel lel,
Eller geldi sen de gel gel.
Bu kez Kezban'ın ardından bir türkü daha:
Ekinler ekilirken,
Çiziye dökülürken,
Seni benden ayırdılar,
Suna boylu Kezbanım,
Şafaklar sökülürken,
Uşak duman, sis oldu,
Açılan güller soldu.
Aç yüzünü göreyim,
Suna boylu Kezbanım,
Kalbim hasretle doldu.
Binlerce Anadolu türküsü gibi, bu çok tanınan, dillerden düşmeyen Uşak türküsü de içli, vuslatı olmayan bir aşkın hikâyesidir. Uşaklılar, bahar gelip de koyun-kuzu melemeye başladı mı, fırsatını bulur, Akse çamlığında, ya da Banaz'daki Evren Dede koruluğunda, felekten bir gün çalar, sıra sıra sazlarıyla Kezban'ı da Ali'sini de bu türkülerle dile getirirler.