Bir varmış bir yokmuş. Dağlar kar altındayken, akan sular donmuş. Baba oğluna bir bağ bağışlamış. Oğul babaya bir salkım üzüm vermemiş. Her masalda oğul küser, yola düşer, ya da Keloğlan küser, anasına alır başını, şehirlere gidermiş. Bu masal tam tersine, tersine dediysek, anlatım itibarıyla tersineymiş. Bu masalda baba küsmüş, yola düşmüş. Az gitmiş, uz gitmiş, dere tepe dümdüz gitmiş. Gitmiş, gitmiş, altı ay bir güz gitmiş. Bir yere varmış ki, Kafdağı desek değilmiş. Pürü piğan hiç değilmiş. Bir yere varmış ki dostlar, in cin top oynuyormuş.
Yaşlı baba sağa bakmış, bir tek canlı görememiş. Sola bakmış, bir tek canlı görememiş. İçecek bir damla su istemiş ama nerede, bir damla su bile bulamamış. Yiyecek bir lokma ekmek aramış ama nerede, bir lokma ekmek bulamamış. Ulu orta dönmüş dönmüş, dolanmış. Bir kaya dibinde sinmiş, oturmuş. Çünkü o yerlerin üstüne ışık verip aydınlatan güneş batmaya gidiyormuş.
Az durmuş, uz durmuş, esen rüzgar üzerinde buz durmuş. Üşümüş yaşlı baba, üşümüş. Tir tir titremiş. Sığdıramamış bedenini kayaların dibine, yaş çukurlar içine. Gece, acımasız karanlığıyla, bütün hışmıyla gelirmiş, bu yaşlı babanın üstüne.
Az oturmuş, uz oturmuş. Bazen kıvrılmış, bazen düz oturmuş. Yaşlı beden dayanamaz olmuş soğukların baskısına. Gelmiş, gelmiş iki değirmen taşı asılmış yaşlı gözlerin kapaklarına. Çırpınmış yaşlı beden uyumamak için çırpınmış, durmuş.
Korkusu kurttan, kuştan. Yılan, çıyan, akreptenmiş. Bir yandan korku basmış, bir yandan karanlık basmış. Ortalıkta in cin top oynuyormuş. Ateş yakmaya odun gerekliymiş, ama odun da bulamıyormuş.
Bu yaşlı baba, karanlıklar içinde uykuya yenik düşmüş. Uyumuş bir daha uyanamamış.
Uyanamamış, çünkü kurtlar gelip parçalamış, yemişler. Orta yerde yaşlı babanın etsiz kemikleri. Toprakta ve kayalarda kan izleri kalmış.
Biz haberi size nereden verelim, biz haberi size yaşlı babanın evinden verelim. Ev halkı yaşlı ninenin sesiyle uyanmış:
- "Babanız bu gece gelmedi" diye bağırmış.
Ev halkı sonra, köy halkıyla bu yaşlı babayı aramaya koyulmuşlar. Tüm köylü üç gün, üç gece aramışlar. Sonra kuzgunların yırtıcı kuşların dönüp dönüp kalktığı yere doğru yürümüşler. Ha yürümez olsalarmış.
Köy halkı gitmiş, bu yaşlı babanın kemiklerini bulmuşlar. Getirip kefenlemişler köy mezarlığına gömmüşler.
Tarihte hiç bir sır gizli kalmamıştır. Gizli sırlar en çok kırk gün gizli kalırmış. Bu işin gizi de kırk gün sonra ortaya çıkmış. Tüm köy halkı olayın bir salkım üzümden kaynaklandığını öğrenmiş. Bağ sahibi olan oğlanı köyden kovmuşlar. Babasının verdiği bağı bahçeyi de elinden almışlar. Bu bağın tüm üzümlerini götürüp bu babanın mezar taşının üstüne yığmışlar. Bu yetmezmiş gibi, yaşlı babanın adını mezar taşından silip üstüne, "Üzümcü Baba" yazmışlar.
Her yıl bu babanın mezara konulduğu gün üzüm kesme zamanıymış. Kendi bağlarından üzüm keserler. Ama tüm köy halkı kestikleri ilk salkımları bu babanın mezarına götürürlermiş. Gel zaman git zaman, bu bir gelenek olmuş ve yöreye yayılmış.
Derler ki: "O yörede kim üzüm kesmek için üzüm bağına girerse, bu babanın bir salkım üzümünü vermeden bağın üzümünü kesmezmiş."
Bu yaşanılan olay zamanla bir ağıt olmuş dillere düşmüş. Türküyü kimin yaktığı belli değilmiş. Bugüne kadar kimin söylediği de bilinmezmiş. Ama bu ağıt halen dillerde söyleniliyor:
Oğul oğul giderim hana doğru
Oğul oğul yolum virana doğru
Oğul oğul kes başım aksın kanım
Oğul oğul kadir bilene doğru
Oğul oğul giderim yolum yeniş
Oğul oğul bu yolda olmaz dönüş
Oğul oğul bağı döktüm mezara
Oğul oğul yar dönüp de yememiş
Oğul oğul bu dağlar ala dağlar
Oğul oğul başıma bela dağlar
Oğul oğul yari aldı vermiyor
Oğul oğul hay miras kala dağlar
Oğul oğul Hur beni hurda beni
Oğul oğul koydun çukurda beni
Oğul oğul bir salkım üzüm gibi
Oğul oğul yedirdin kurda beni