Alemlerin serverisin
Ah Hüseyin vah Hüseyin
Şehitlerin serdarısın
Ah Hüseyin vah Hüseyin
İslam tarihinin kara bir sayfası. Yüzyıllardan bu yana İslam dünyasını ağlatan acıklı olay. Bir kaşık suya hasret giden Hazreti Hüseyin'in şehit edildiği uğursuz Kerbela çölü.
Hazreti Ali'nin büyük oğlu Hasan, babasının yerine geçerek İmam oldu. Siyasal güç de İmamların elindeydi. Şam Valisi Muaviye iktidar tutkusuyla Hasan'a baskıları artırdı. Hasan bu baskı ve korkutmalar karşısında çekildi. Yerini Muaviye'ye bıraktı. Muaviye yine rahat edemedi. Hasan'ı zehirleterek şehit etti. İmamlık küçük kardeşi Hüseyin'e kaldı. Muaviye'nin yerine geçen Yezit, karşısında rakip olarak Hüseyin'i gördü.
Kûfeliler Muaviye'nin yönetiminden memnun olmadıkları için İmamlığa yine Ali soyunun getirilmesini istiyorlardı. Bu istek daha çok İmamlık hakkının, yani devlet başkanlığının Muaviye ve soyunun hakkı olmayışından ileri geliyordu. Bunun için Hüseyin'i Kûfe'ye çağırdılar. Ona uyacaklarını İmam olarak kendisini tanıyacaklarını bildirdiler, birçok çağrı mektubu yazdılar.
Hazreti Hüseyin bu çağrıya uymak zorunluluğunu duydu. Yanında yüz kişiyle yola çıktı. Bunlar arasında çocukları ve torunları da vardı. Kûfe o çağda güney Irak'ta ünlü bir kentti. Babil harabelerinin güneyinde ve Fırat'ın batı kolu üzerindeydi.
Yezit Hz. Hüseyin'in Kûfe'ye doğru gelmekte olduğunu öğrenmekte gecikmedi. Babası Muaviye'nin zorla ele geçirdiği İmamlığın elden gideceğinden korkarak telaşa düştü. Hüseyin'i bu işten vazgeçirmek, gerekirse ortadan kaldırmak istedi. Komutanlarından Şemre'yi üzerine gönderdi. Hz. Hüseyin Kerbela sahrasına geldiği sırada Şemre önünü kesti. Hz. Hüseyin ve yanındakiler Yezid'in ordusuyla yiğitçe çarpıştılar. Sonunda yanındakilerin hepsi şehit oldu. Hz. Hüseyin yaralandı, çarpışacak gücü kalmadı. Sinan ve Şimr adlı kişiler başını keserek onu şehit ettiler. Bu arada "On Dört Masum-i Pâk" (çocuklar) da şehit edildi. Geri kalanlar tutsak oldular. Bunlar arasında Hz. Hüseyin'in kız kardeşi Zeynep, Ümmü-gülsüm, kızları Sakine, Fatma, oğulları Ali ve Zeynel'A-bidin ile karısı vardı.
Acı haber duyulunca, İslam dünyası büyük bir yasa boğuldu. Ozanlar coştu. Binlerce ağıt yazıldı, söylendi. Alevi-Bektaşiler bu acıyı hiç unutamadıkları için, yeni yeni ağıtlarla kuşaktan kuşağa aktardılar. Böylece yüzyıllar boyu sürüp gelen bir edebiyat türü oluştu. Mersiye (ağıt) türünün çok başarılı örnekleri verildi.
Hz. Hüseyin'in şehit olduğu gün, Arap aylarından Muharrem'in onuncu günü, Hicret'in altmış birinci (M. 680) yılıydı. Bu gün, yas günü olarak bilinir. Oruç tutulur, su içilmez. Dergahlarda yas törenleri düzenlenir, ağıtlar dualar okunur.
Mersiye - ağıtlar genellikle Kerbela faciası üzerine olmakla birlikte, bunun dışında kalan acılar için de ağıt söylendiği olur. Bunlara örnek olarak, Pir Sultan'ın oğlunun ölümü üzerine yaktığı ağıt ve bir de Ali Kemterî tarafından söylenmiş "Atatürk'e Ağıt" tır.
"Atatürk'e Ağıt", Alevi - Bektaşilerce onun ne kadar sevildiğini göstermesi bakımından ayrıca değer taşır. Yüzyıllar boyunca bir kurtarıcı bir "Mehdi" beklemişlerdi. Mehdi, bir gün gelecek, dünyayı düzene koyacak, baskılara son verecekti. Bu kurtarıcı, bir zamanlar İran Şahları olarak beklendi. Bir zamanlar On İkinci İmam olarak beklendi. Fakat, hiç biri gelmedi. Sonunda "Büyük Kurtarıcı" geldi. "Ulu millet kurtuldu." Gönüller baskıdan sıyrıldı. Eşitlik, özgürlük geldi. Onun sevgisiyle gönüller doldu. Güller onun sevinciyle açtı. Bülbüller onu övmek için öter oldu. "Beklenen geldi", "Kurtarıcı Mehdi erişti". Ayrılık, gayrılık kalktı. Fakat, heyhat o da gitti... Cihan yas tutup ağladı. "Cümle can ağladı." "Ciğerler yandı."
Bu ağıtı söyleyen Kemterî'nin sesi Tekirdağ'dan geldi. Yurdun öbür ucundan da bir ses sunalım. Siirt'in Eruh ilçesinin Ekmekçiler köyünden ozan Yakup Bartoğlu da Ata için bir ağıt söylemişti. Biraz sadeleştirerek onu da aktarıyoruz:
«Kemal'im, Kemal'im»
«Seni çok sevdim Kemal'im»
«Ankara diken oldu, sen öldüğün için»
«Atatürk için ağlamış millet»
«Kemal babamızdır, Bedr anamızdır»
«Kemal sağ iken buğday ekmeği yiyorduk»
«Kemal öldü arpa ekmeği bulamıyoruz»
«Kemal'im, Kemal'im vay vay...»
Fikret Otyam, Korku - Gide Gide 9, sayfa 33-34, Ankara - 1967'de aktarılan bu ağıt İkinci Dünya Savaşı sırasında söylenmiştir.