Emekli olarak şimdilerde İzmir'de ikamet etmekte olan, Ericek kasabamızın gururu Prof. Dr. Sayın Osman Gökçe anlatıyor;
Anam öldüğünde haber verdiler. Gittim ve bir gün sonra yetiştim. Gömmüşlerdi. Aşağıdan yukarı eve çıkarken feryat figan koptu. Eve girdim. Herkes oradaydı, anam hariç. Bacım Hürü ve Sultan bibim karşılıklı ağıda durdular, önce Sultan bibim başladı:
Geldin mi gurbetin kuşu
Daha dün gömdük Gümüş'ü
Hacı Osman'ım diye diye
Dinmedi gözünün yaşı
Hıçkırıklar deprem gibi sallıyordu evi, damı. Berit Dağı üstümüze devriliyordu. Esendere eşlik ediyordu ağıda. Arkasından Hürü ablam sallandı ve uğunu uğunu söyledi:
Senem kızı Senem kızı
Bu muydu feleğin sözü
Ölürken seni aradı
Melül mahsun iki gözü
(Aldı Sultan Bibim)
Gitme dedim söz tutmadın
Derdine derman katmadın
Gümüş ananın üstüne
Bir kürek toprak atmadın
(Aldı Hürü Ablam)
Memmet tutmadı sözünü
Ali de yaktı özünü
Bir gün görüp gönenmedi
Muratsız yumdu gözünü
(Aldı Sultan Bibim)
Ecel desem ecel değil
Anlatılır bir hal değil
Suçu yok günahı yoktu
Bedel desem bedel değil
(Aldı Hürü Ablam)
Berit Dağı'nın çocuğu
Ortada kaldı cücüğü
Kara bacım ne olacak
Kim büyütür küçücüğü
Hürü ablam bıraktı, Sultan bibim başladı. Sultan bibim bıraktı, Hürü ablam başladı. Bu minval üzre yoruluncaya, sesleri kısılıncaya ve gözlerinde bir damla yaş kalmayıncaya kadar ağladılar, ağlattılar ve ağıt yaktılar. Yergiler, sitemler, övgüler, çaresizlikler, bahtsızlıklar, geçmişte yaşanan iyi günler, kötü günler birer birer anlatıldı. Acı sonun nasıl geldiği, neler olduğu ve bundan sonra neler olabileceği ıslak ve nağmeli dizelere yansıtıldı. Akşamüzeri varmıştım eve. Herkes yorgun ve bitkin düştüğünde şafak vakti olmuştu. Babam kalktı, abdest aldı, namaz kıldı ve her zamanki gibi yüksek sesle Kur'an okumaya başladı. Çakır gözleri kirp kirp ediyordu, bir yumuluyor bir açılıyordu, ikide birde sesi boğuluyor, nefesi kısılıyordu. Bu sefer daha uzun okudu. Bitirdi. Herkes içinden Elham okudu. Dışarıya Poyraz kapısının önüne çıktım. Sol yana baktım, ağlayan gözler gibi Berit'in başı da kızıllanmıştı. Karşıya baktım Binboğa da Berit gibiydi. Kendi kendime mırıldandım: 'Hangi günü gördün sabah olmadık?'