Eskiden, şimdiki gibi kahve değirmeni yoktu. Kahve, o zamanlar Yemen'den gelirdi. Ellice (kulpu, elle tutulacak yeri olduğu için) denilen tavalarda kavrulur, dibekte dövülürdü.
Karacaoğlan'ın, "Ağalar beyler içerler" dediği kahve, her evde bulunmazdı. Kahve ceviz ya da ardıç ağacından yapılan, adına "dibek" denilen bir çanakta / havanda dövülür, un haline getirilirdi. Kahve dövmeye yarayan tokmağa da "dibek demiri" denirdi. Herkes dibekte kahve dövemezdi. Dibekte kahve dövmek bir sanattı. Çeşitli ritimlerle, adeta bir müzik aleti gibi ses çıkartılarak bu iş yapılırdı. Buna, "dibeğe dil döktürmek, konuşturmak" derlerdi.
Dibek ritmle iştahla dövüldüğünden bu bir sevinç hareketi sayılırdı. O yüzden de ölüm gibi, yas gibi, öteki felaketler gibi kara günlerde dibek dövmek büyük ayıp, saygısızlık sayılırdı.
Burada metni verilen ağıt, kimilerine göre Pınarbaşı ilçesinin Demircili köyünden Kara Nene'nin oğlu Ahmet Ağa'nın, kimilerine göre ise aynı ilçenin Toybuk köyünden Hacı Dede'nin ağıdı.
Komşusu, gece evinde dibek döverken, ölü sahibi bunu duyar ve çok üzülür, bu ağıdı söyler.