Şöyle rivayet ederler:
Evvel zamanda Sivas ilinden bir kervancı Halep'ten mal getirir. Tam üç yıldır kervancılar yurtlarından, baba ocaklarından ayrı düşmüşlerdir. Gurbet ilin kahrı, üç yılın hasreti yüreklerinde. Kiminin yolunu anası, babası, kimininkini sevgilisi, kimininkini de çocukları gözlüyor.
İçlerinden en genci kara yağız, uzun boylu bir delikanlı. Adı Veysel. Veysel'in bıyıkları daha yeni terlemiş.
Bunlar Halep'ten aylarca yol ala ala, en sonunda, karlı fırtınalı bir kış günü Sivas'la Kayseri arası yıkık bir Selçuk hanına kendilerini zor atarlar. Handa gecelemeye karar verip, yüklerini çözerler. Bir insan çok uzaktan günlerce, aylarca yol alarak yurduna yaklaşır. Yurduna yaklaştığı zamana kadar, içinde o kadar rahatsız edici, dürten bi duygu olmaz. Vakit ki memleket kokusu insanın burnuna gelir, içindeki hatıralar depreşir, işte o zaman içinde kıyamet kopar. Bir şey durmadan seni oraya doğru çeker. "Ya bir kanat verse, ya bir kuş olsam" dedirtir.
Sivas çok yakındı. Kervancılar yerlerinde duramıyorlardı. Akşam oldu. Yataklarını serip içine girdiler. Ama hiç birini uyku tutmuyordu. Veysel'in nişanlısı. Nişanlı olduğu gibi Veysel'in gözünün önünde. "Yatamıyorum, hayal meyal düşlerden."
Veysel ikide bir yatağından kalkıp, ışıdı mı diye, doğudan yana bakıyor. Veysel bir türlü yatakta duramıyor. "Sabah, bir olsa! Şimdi, geceden yola çıkılmaz mı?" diyor Veysel. Kar kar, Allah'ın belası bir fırtına var.
Gün ışımadan önce, doğuda, tam günün doğacağı yerde bir yıldız gözükür. Sabah yıldızıdır o. Sabah yıldızı gözükünce yola çıkılır. Sabah yıldızı bir gözükse. Bu gece, bir gece değil, karanlık bir yıldır.
Veysel sevinçle çoktan beri durup seyrettiği doğuda kocaman, yalp yalp ışıyan bir yıldız görüyor. Delicesine bağırıyor:
- "Sarı yıldız... Mavi yıldız..."
Telaşla kervanı yüklüyorlar. Kar savuruyor. Geceye ve sarı yıldıza kar yağıyor. Gece ve sarı yıldız üşümüş. Kervan yola düşüyor. Kervancılardaysa sevinç. Geceye, kara, sarı yıldıza karşı şarkılar söylüyorlar. "Bir bulut oynadı Sivas ilinden. Ucu telli mektup geldi gelinden."
Ertesi sabah Sivas'ta olacaklar. Veysel'i sorsanız; Veysel, kervandan belki beş yüz metre ilerde. Atı, ağaçlar boyu yüklemiş, karı göğüslüyor. At, bazen yorulup bazen yavaşlıyor. Veysel atı öldürecek gibi. Veysel atı kırbaçlıyor. Bir hayli yol alıyorlar. Kar, arada açılıp, ortalık süt liman oluyor ve sarı yıldız oturmuş oraya. Sarı yıldız. Sarı yıldız. Sarı yıldız çoktan kaybolmalıydı. Gün doğmalıydı çoktan, dağların ardından. Tan yıldızı ışımış, ışıdı demek, biraz sonra gün doğacak demektir. Gün nerelerde?
Kar daha savuruyor. Fırtına döndürüyor. Bir zaman geliyor ki kervan toptan kara gömülüyor. Zar-zor kervanı kar altından çıkarıyorlar. İçlerinde kimisi "dönelim!" diye ayak diriyor. Ötekiler dinlemiyorlar. "İşte sarı yıldız. Biraz sonra nasıl olsa gün doğar" diyorlar ve dönmüyorlar. Git, git, sarı yıldızın bir türlü kaybolduğu, günün doğduğu yok.
- "Biz uykuluyuz da onun için zaman bize çok uzun geliyor. Nasıl olsa biraz sonra gün doğacak" diyorlar.
İçlerinden hiçbirinin aklına bu yıldızın tan yıldızı olmayacağı gelmiyor. Gözleri yıldızda. Boyuna, kara bata çıka yol alıyorlar. Sivas ovasının kar altındaki uçsuz bucaksız düzlüğü. Gidiyorlar, gidiyorlar, bitmiyor. Aklı başında eski kervancılar felaketi sezinliyorlar. Kervancıbaşıya, Veysel'e, daha öteki gençlere: "Dönelim!" diye yalvarıyorlar. Kervancıbaşı da genç. Veysel'in yüreğindeki aşk da gittikçe ateş alıyor.
Veysel, arkadaşlarına yıldızı gösterip: "Hepiniz bilirsiniz ki yıldız doğduktan sonra gün ışır..."
Arkadaşları ne desinler! Bu yıldız doğduktan sonra gün ışır. Ama yıldız ne zamandan beri orada öylecene duruyor. Ne gün ışıyor, ne bir şey. Bir kaç kere dönecek oluyorlar, dönseler nereye dönecekler. Çarnaçar gidiyorlar. En sonunda gide gide şimdiki "Kervankıran" dedikleri yere varıyorlar. Ve orada bir tipi başlıyor, görülmedik. Kar tepeden tepeye savuruyor. Sarı yıldız tipinin arkasında. Ve neden sonra gün usuldan usuldan karşı dağın arkasından gözüküyor. Kervan nerede? Kervanı koydunsa bul!
Bahar geliyor. Bahar gelip toprak kabarıyor. Çimenler yeşerip karlar eriyor. Kervankıran'dan geçen ilk yolcu, atı, eşeği, katırı, develeri, insanları ile bir kervanı orada, kara toprağa üst üste yığılmış buluyor. Bütün kervan üst üste yığılmış. Yalnız beş yüz metre ileride, toprağa boylu boyunca uzanmış, atın dizginleri elinde, ileri doğru uçar gibi yatıyor. Üstüne de yeşil sinekler inip kalkıyor. Ve onları yerlerinden bir santim bile ayırmadan oldukları yere atıyla, katırıyla, eşeğiyle gömüyorlar. Kervankıran dedikleri yerden geçerseniz, mezarları görürsünüz. Veysel'in topluluktan ayrılmış mezarı, daha ileri doğru uçar gibidir.
Ve bu olay üstüne Anadolu insanları, türlü türlü türküler çıkarmışlardır. Bu türküleri şairler, şair olmayanlar, olayı kim duyup da yüreği yandıysa veryansın etmiş, Kervankıran üstüne.
Az daha unutuyordum. O yere Kervankıran dedikleri gibi, o yıldıza da "Kervankıran Yıldızı" demişlerdir. Hangi Anadolu köylüsüne, "Bana Kervankıran yıldızını göster" derseniz, hemencecik size gösterir.
Arkasından da bu olayı anlatır.