Halil İbrahim, Fatsa'da 1931 yılında doğmuş ve Fevzioğlu tepesinin yan belinde oturan birisi imiş. Fatsa'da mağazalar başı caddesinde bir saat ve gramofon atölyesi olan Halil İbrahim, çok aydın, temiz ve titiz bir insanmış. Takım elbisesi, kravatı ve boyalı ayakkabıları her zaman bakımlıymış. Evine giderken devamlı bir ırmaktan geçmesi gerekirmiş. Irmağın üstünde de dal köprü bulunmaktaymış. Akşam evine, sabah işine giden Halil İbrahim, o sıralarda lakabı Çolağın Ahmet'in kızı ile evlenmiş.
Evliliğinden bir erkek, bir kız çocuğu olmuş. Evlendikten sonra 1951 yılında askere gitmiş. Askere gidince art niyetli kişiler Halil İbrahim'e mektup yazmışlar. Mektupta karısının babası, karısını başkasına sattığını söylemişler. Bu sırada Halil İbrahim'in tarlasının yanında ağanın tarlası varmış. Ağa da tapusuna senin tarlanın bir kısmını alıyor demişler. Bu nedenlerle Halil İbrahim'in askerden firar etmesini sağlamışlar ve Halil İbrahim askerden firar etmiş, Fatsa'ya gelmiş ama geldikten sonra ağaya bir kurşun atmış, sonra yakalanmış. Yakalandıktan sonra askerler onu bir telefon direğine bağlayarak dövmüşler. O zaman asker kaçağı her zamanki gibi büyük bir suçmuş. Dayak yerken Halil kafasına bir darbe aldığı için o andan itibaren aklı gel git olmuş, yani delirmiş.
Daha sonra askerliğini bitirip memlekete gelmiş ama o atölyesini falan kapatmış. Artık hayatı evi ile orman arasında geçen Halil İbrahim tamir işini de evinde yapmaya başlamış. Ayrıca da silahsız gezmiyormuş. Halil askeri görmemek için gündüz evinden dışarı çıkmaz ve yolu da sadece karşıdan karşıya geçmek için kullanırmış. Başka zamanlar kimseye görünmemek için devamlı yol haricinde, bahçeden bahçeye yürürmüş. Sadece dost olarak üç kişinin yanına gidermiş. Dışarı çıktığı zaman da oda altı denilen yerde, bahçeden dereye iner, dere içinden Cemal dayının yanına gidermiş.
Bu sıralarda hanımını, babası, para kazanamıyor evine bakamıyor diye çocukları ile beraber Terme'ye satmış. Halil İbrahim artık tamamen yalnız kalmış. Halil her gün gramofon dinlermiş. Bütün sanatçıların plakları da kendisinde varmış. Gelincik sigarası içer, bütün boş paketlerini de biriktirilmiş. Yıllar, 1954-55 yıllarıymış. Toplumdan tamamen kopan Halil İbrahim 1980 yıllarına kadar kendi halinde yaşamış.
12 Eylül'den önce köye nokta operasyonu yapılmış. O sıralarda bazı köylüler fındık toplamaya dahi köye çıkamaz olmuşlar. Can güvenliği yokmuş. Operasyon gece yapılmış. Tam bu sıralarda Halil İbrahim'in evini birisi yakmış.
Evi yandıktan sonra ormanda yaşamaya başlamış. Evinin karşısında bir kaya varmış, onun altında yangından kurtardığı masası ve birkaç eşyasından başka bir şeyi kalmamış. Bir gece öyle bir yağmur yağmış ki sanki gök yarılmıştı. Onun yaşadığı kayanın ormanı da kimsenin gündüz bile geçemediği bir yermiş. Ama artık onun mekanı olmuş.
Yağmur yağdığı gece orada barınamayacağını anlayınca, ahbabı Dursun dayının evine gitmek için ormana girmiş. Ormanın içinde epey yol aldıktan sonra dereyi geçerek Dursun dayının evine gelmiş. Onu rahatsız etmemek için samanlığa girip otların üzerinde yatmış. Tabancası her zamanki gibi belinde imiş.
O gece teröristler şehire inerek bir öğretmem öldürüp dağa çıkmışlar. Bunun üzerine büyük bir operasyon yapılmış. Adım adım askerler her yeri arıyorlarmış. Halil'i samanlıkta uyurken yakalamışlar. Evin sahibi Dursun amcanın gelinine ve çocuklarına kim diye sormuşlar, onlar da zararsız birisi öldüğünü anlatmışlar. Kumandan da silahını alıp salıvermeyi düşünüyormuş. Ama Halil İbrahim de 30 sene önce yediği dayak yüzünden korkuyormuş.
Askerler başka yerleri de ararken bu bir fırsatını bulup kendini tepeden, aşağı atmış, yuvarlanarak dereye inmiş. Askerler de arkasından havaya ateş etmişler. Tabii onu öldürmemek, durdurmak için. Derede de dal köprü var, köprüden karşıya geçmiş ama ormana girmek için yüz metre yürümesi gerekiyormuş. Ormana girse kurtulacak ama bu taraftaki askerler diğerleri vuramadı kaçırdı diye, Halil İbrahim'i vurmuşlar ve kayanın üstüne cesedi düşmüş.
Kumandan bu olaya çok üzülmüş ve eşyalarını Terme'den gelen oğluna vermiş. Karısı zaten önceden ölmüş, oğlu eşyalarını almak istememiş, çünkü babasını sevmiyormuş. Cenazesini üç dört kişi kaldırmış ve defnetmişler.
İşte bu olaydan sonra Dursun Ali Akınet, türkünün güftesi olan bu şiiri yazdıktan sonra ailesi onu kabullenmeye başlamış ama ne fayda.