Meram bağları, Meram çayırları tanıktır, böylesi yiğit her anaya kısmet olmaz. İnadına mertti, inadına yiğit, inadına yağızdı.
Konya'nın valisi o yıl Meram'da otururdu hep. Meram, o zamanlar da en saygıdeğer yeriydi şehrin. Mevlevi dedeleri Meram'daydı, çelebiler hepten Meram'daydı. Ve Vali paşanın yaveri, genç yaveri Meram'dan çok az inerdi Konya'ya. Bütün oralar bu genç adamı, o da bütün oraları tanırdı, iyi tanırdı.
Yaver, fesini sola doğru devirdi. Güz demiydi. Serindi ama o yanıyordu. Korkmuyordu. Oysa kocamış, bir gece yollara düşmüştü "Dutlu" dan Meram'a doğru, akşam namazından sonra. Korkmuyordu.
Sırtıma sepken yağıyor.
Yanuben yorgun gelirim.
demiş elin oğlu zamanında. Yaver işte bu hal idi. Konya severdi bu delikanlıyı, O da Konya'yı. Ama Konya'dan daha çok sevdiği bir şey, bir kişi, bir hatun kişi vardı. Meram'a ilk zamanlar sık gelirdi. Aslı Konyalı değildi.
Sevdiceği bir Mevlevi çelebisinin kızıydı. Düşünün, Allah etmesin dile düşerlerse ötesi yoktu bu işin. Allah etmesin dile düşerlerse, Musalla mezarlığında selviler hüzzam makamından bir şarkıyla başlayıverirlerdi. Allah etmesin, gençti. Konya'nın delikanlısı, zaten pek hayır okumuyordu adının üstüne. Allah etmesin. Ama yine de korkmuyordu işte.
Sevdiceği bir Mevlevi çelebisinin kızıydı. Gelirken giderken bir şeyler olmuştu. Loraslarından kalkan ebabil kuşları, kanatlarında "günaydınlar" getirdilerdi bir gün. Ebabil kuşlarının gözleri kahverengiydi, sol ellerinin üstünde bir "ben" vardı ebabil kuşlarının.
Bu gece onunla buluşacaktı. İlk buluşmaları değildi bu şüphesiz. Ama Meram'ın o ördekbaşı ve şili çayırları o "incecik" çayırları tanık olsun ki en mutlusuna gidiyordu buluşmalarının.
Yaver fesini sol yana devirdi ve bıyıklarını burdu. Eli ayağı yanıyor gibiydi. Kerpiç duvarı aşmaya çalıştı. Ceketi tozlandı, aldırmadı, hemen şöyle silkiverdi eliyle, ince çayırlar ayağına dolaştılar aldırmadı.
Çelebi kızı, Zerdalinin altına vardı. Gözleri apaydınlıktı, kahverengiydi. Yaver yanına gelince, oturuverirdi çayırların üstüne. Yaver o cesaretsiz elleriyle çelebi kızın elini tutacak oldu, edemedi. Oturdu.
Konya pul pul dirildi gözbebeklerine. Yalnız Konya değil, dünyalar onundu. Anasını hatırladı, bir zaman sonra, memleketini hatırladı, sonra kalkıp gitmek istedi, niye istedi bilmem, gidemedi. Oturdu.
Derken efendim, sekiz iklimden ipil ipil bir batı rüzgarının seranatı başladı. Kız konuşuyordu. Derken efendim, dere tarafından bir bülbülü vurdular, ne hacetti, kız konuşuyordu, yaver öldü öldü dirildi.
Konuştular. Kızın elleri yaverin ellerinde serindi. Uzun uzun konuştular. Aşktı bu dost. Sevgiydi. Ne Konya vardı önlerinde, ne zerdali ağaçları, ne Meram, ne paşa, ne çayırlar ve ne de sekiz taraflarından sekiz kara binayla onları gözetleyen sekiz Konya uşağı.
Derken efendim, yaver "Haydi hoşçakalasız" diyecekti, diyemedi. Derken efendim sekiz karabina, sekiz kurşun kuştu yaverin suratına. Derken efendim, yaver "gidem" dedi, gidemedi. Önce sallandı sağ ayağının üzerinde üç kez. Sonra da yanına devrildi. Kıpırdayamadı bile. Sekiz Konya delikanlısı için sanki bir şey olmamıştı. Dere yöresine doğru "Konyalı" yı çağıraraktan yürüdüler.
Sabah yakındı. Çelebi kızı ölü sevgilinin üstüne eğildi. Öylece kaldı. Gün ışığında ölü yaveri ve çelebi kızını "incecik" çayırların üstünde buldular. Paşa, vali paşa, yaverin anasına yanık künyesini gönderdi ertesi günü.
İnce çayır biçilir mi
Sular ayaz içilir mi
Bana yardan vaz geç derler
Yar tat'lolur geçilir mi
Sonra arkasından, mezar taşı olsun garibin diye bu türküyü yakıverdiler.
"İnce çayır biçilir mi?"
Biçtiler bile.
"Aman ben yandım, paşam ben yandım,
Ellerin köyünde vuruldum kaldım."