Pir Sultan Abdal - Cahit Öztelli kitabından;
Pir Sultan'ın yaşadığı XVI. yüzyıldan çok önceleri, daha Selçukoğulları zamanında İran ve Türkistan'dan pek çok sofi Anadolu'ya gelmişti. Çeşitli mezhep, tarikat ve inançlara karşı, Selçukoğulları hükümetleri hoşgörü ile davranmışlardır. Bu tarikatların çoğu Batıni bir karakter taşımakta idi. Yani, din kurallarının dünya düzeni için konduğu, dinin iç yüzünü bilen bir kimsenin bu kurallara bağlı olmakla yükümlü olamayacağı esasını kabul etmekteydi.
Bu hoşgörü devri sonlarında Moğolların Batıya akınları sonucunda Orta Asya'dan pek çok sofi Anadolu'ya kaçmaya, akın etmeye başladı. Bunun sonucunda Türkistan'ın düşün akımları Anadolu'ya gelmiş oldu. Bu yolla inanç dünyasında bir kaynaşma oldu. Yeni yeni görüş ve inançlar ortaya çıktı. Orta Asya ile sıkı bir manevi ilişki kuruldu. Bu kaynaşmalar daha çok konar-göçer Türkmenler arasında kendini gösterdi. Bu arada siyasi tutkular, aşırı istekler meydana çıktı. Şeyhlerin, tekkelerin çevresinde binlerce, on binlerce kişi toplanır oldu.
Bunun sonunda, ilk ayaklanma ve hükümeti devirme davranışı ortaya çıktı. XIII. yüzyılın birinci yarısında genel bir ayaklanma oldu. İşin başında Baba İlyas halifesi Baba İshak vardı. Onu, taraftarları peygamber sayarlar, yolunda can ve baş vermekten çekinmezlerdi. Bu Babalılar ayaklanması pek çok cana malolmuş, çok güç bastırılabilmiştir. Bu ayaklanmadan canını kurtarıp kaçanlar Kırşehir köyü Suluca Karaböyük'te yerleşen Hacı Bektaş Veli'nin çevresinde toplanmışlardı. Daha sonraları başka Batıni tarikatları da içinde toplayıp onları eritecek olan Bektaşiliğin ortamı hazırlanmış oldu.
XV. yüzyıla kadar karışıklıklar sürüp giderken İran Azerbaycanı'nda Safaviye tarikatı yöneticileri bu tarikatı Anadolu'ya da yaydılar. Böylece yeni yeni tarikatlar ortaya çıktı.
Yıldırım Bayezit'in, Timur'a yenilmesinden sonra Osmanlı şehzadeleri arasında sürüp giden kavgalarla devlet zayıf düşmüş, halk canından bıkmış, bir kurtarıcı aramakta idi. Bu sırada ortamı uygun görerek, yeni bir görüş ve inanç ileri süren Şeyh Bedreddin ayaklanması oldu. Şeyh Bedreddin toplumcu bir yönetim kurmak istiyordu. Şeyh Bedreddin büyük bir bilgin ve sofi idi. Kadından başka her şeyin ortak olduğunu yayıyor, çevresine binlerle taraftar topluyordu. Şehzade kavgalarından usanmış olan halka onun görüşleri pek çekici geliyordu. Batı Anadolu'da Aydın ve İzmir çevrelerinde iki büyük ayaklanma çıkarttı. Devletin başına, öteki kardeşlerini ortadan kaldırarak geçmiş olan Çelebi Sultan Mehmet, bu ayaklanmayı güçlükle bastırdı. Bu kez Şeyh Bedreddin, Rumeli'nde yeni bir ayaklanmaya önder oldu. Sonunda yakalandı, asıldı. Fakat, düşünceleri gizli gizli yüzyıllar boyu sürdü, Orta Anadolu Alevileri arasında da yer buldu.
Bir yandan da Erdebil Tekkesinin Safeviye tarikatı Anadolu'da geniş propagandalar yapıyor, kendilerine taraftarlar kazanıyordu. Böylece Anadolu Batınilerinin Şah Safi oğullarına bağlılıkları artıyordu. Alevi-Kızılbaşlar gelecek için umutlarını onlara bağlar oldular. Birbirlerini görünce selam yerine "Şah" diyorlardı. Hac yerine Erdebil'e gidiyorlar, Şah Safi'yi ve onun temsilcilerini ziyaret ediyorlardı, bunu da hac sayıyorlardı. Yavaş yavaş dinsel bağlılık siyasal bir renk almaya yöneliyor, bu da Anadolu sofularına yeni umutlar veriyordu.
Sonunda Şah İsmail, İran'da eski iktidarı devirip Safavioğulları devletini kurdu. Caferi olan Şah İsmail, Anadolu'da bu mezhebin koruyucusu olarak tanınmış, kendisi mehdi ve İmam; yani, Müslümanlığın meşru başkanı sayılmıştı. Osmanlı devletinin Batıni topluluklar üzerindeki baskısı ve Şah İsmail'in propagandacılarının çabaları ona bağlılığı hem artırmış, hem çabuklaştırmıştır. Artık bu topluluklar Osmanlı Padişahını değil, Şah İsmail'i tanır olmuşlardı.
Yavuz Sultan Selim'in, babası İkinci Bayezit ve kardeşleri ile yaptığı taht kavgaları sırasında devlet güçsüz kalmıştı. Bu ortamı uygun bulan Şah İsmail, en çok etkisi altında tuttuğu Orta Anadolu'nun Sivas, Tokat, Amasya, Kırşehir, Çorum, Yozgat ve Antalya illerinde hazırlıklarını bitirdi. İlk ayaklanma Antalya bölgesinde oldu. Üzerlerine gönderilen orduları birkaç kere bozdular. Sonunda daha çok dayanamayacaklarını anlayıp Sivas'a kaçtılar, oradan da Azerbaycan'a, Şah İsmail'e sığındılar.
Anadolu'da ayaklanmalar durmadı. Yavuz'un tahta geçmesiyle bu kez yeniden Karahisar ve Niksar bölgesindeki Aleviler ayaklandılar. Amasya üzerine yürüdüler.
Yavuz Sultan Selim, bütün bu ayaklanmalara kesin bir son vermek için Şah İsmail ile Çaldıran'da karşılaştı. Bilindiği gibi, Şah İsmail'in yenilgisinden sonra ortalık yatışır gibi oldu. Fakat, bundan sonraki yüzyıllarda ne zaman Osmanlı devletine karşı başka amaçlarla bir ayaklanma olsa; hemen paşaların, komutanların yanında yer almakta devam ettiler, onların küçük kuvvetleri kısa zamanda yüz binleri bulur oldu.
Yavuz'un yerine geçen Kanuni Sultan Süleyman zamanında da ayaklanmalar olmuştur. Kanuni, İran Safevi devletine karşı savaş açtı. Bu sırada Safevi devletinin başında Şah İsmail'in oğlu Birinci Tahmasb bulunuyordu. Sultan Süleyman, 1534 yılında İran'a karşı bir sefer açtı. Daha önce Akkoyunlulardan Şah İsmail'e geçen Bağdat, bu sefer sonunda ilk olarak Osmanlılara geçti. Bu kayıp Anadolu Alevi'lerini çok üzmüş, Pir Sultan da bu acı ile bir manzume söylemiştir.
Bu seferden sonra birkaç kere daha karşılıklı toprak alıp vermeleri oldu. Sonunda 1555 yılında iki devlet arasında barış yapıldı. Gizli, açık yirmi yıl sürdü bu çatışmalar.
Bu sürekli düşmanlıklar, Anadolu'da Safevi kışkırtmalarını daha da hızlandırdı. Bundaki amaç, Şah İsmail'in yenilgisinin öcünü almak ve Anadolu'daki İran-Şii nüfuzunu artırmak, Batıni toplulukların sürüp gelen düşmanlığını ve tutucu düzene karşı nefret duygularını körüklemek yolu ile yeniden yerleştirmektir.
İşte, Pir Sultan bu yıllarda bütün Alevi topluluklarının öç duygularını yansıtan şiirler söylüyor, çeşitli bölgeleri dolaşıyor, gerekli propagandayı yapıyor, İran'a da gidip geliyor. Tabii, bu çabalarda yalnız değildir, kendisi gibi yüzlerce kişi bu yolda çalışmaktadır. Başka ozanlar da aynı konuları işlemekte ve çok etkili olmaktadırlar. Osmanlı baskısından kendilerini kurtaracak olan Şah'ın gelmesini bekleyiş, zaman zaman düşülen umutsuzluklar, ayaklanmalara hazırlıklar hep Pir Sultan'ın işlediği, sazının tellerinde dile getirdiği ülkü yüklü, içli şiirlerdir. Bunlardan şu sözler; "Urum üstüne yürüyüş", "yeryüzünü kırmızı taçlar bürünmelidir", "Şah'ın İstanbul'da salınması" gibi daha birçokları umut doludur. Bu uzun süren çabalar, istenilen sonucu vermedi. Devlet baskısı arttı. Belli başlı bir ayaklanma görülmedi. Hele Sivas bölgesinde göze batan bir kıpırdayışı tarihler yazmıyor. Bu bakımdan kimi araştırıcıların Pir Sultan'ı bir ayaklanma lideri diye ve bu ayaklanmada yakalanarak asıldığını ileri sürmeleri, bir tahmin olarak bile doğru değildir. Her asılma için ayaklanma gerekli değildir. Hazine-i Evrak belgeleri bu sözleri doğrulamaktadır.
Pir Sultan, Bağdat'ın Osmanlılara geçtiğini görmüş, Birinci Şah Tahmasb'ın 1575 yılına doğru ölümüne kadar süren olayların içinde yaşamış olduğuna göre, uzun bir ömür sürmüştür.
Sonunda bu yaman propagandacı Sivas valisi Hızır Paşa tarafından tutuklanmış, bir süre zindanda kalmış, İstanbul'dan gelen emirle idam edilmiştir. Ülküsü uğruna başını veren bu büyük sanatçı, asıl ölümünden sonra daha canlı yaşamaya başlamış; hayatı efsaneleşmiş ve bir destan adamı oluşunda sanatçı oluşunun etkisi de büyük rol oynamıştır.
***
Kaynak I
Pir Sultan'ın hayatı hakkında, menkıbelerin anlattıklarından fazla pek az bilgiye sahibiz; bu pek az bilgiyi de ancak kendi şiirlerinden ve onların içindeki telmihlerden elde edebiliyoruz.
Pir Sultan Abdal'ın şiirlerinde, kendisini zindana attıran ve menkıbenin anlattığına göre sonunda da astıran bir Hızır Paşa'nın adı geçmektedir. Yazılı bir kaynak, XVII nci asır başlarında, Osmanlı hükümdarı Birinci Ahmet zamanında Kızılbaşların ahvalini bilen „ bir Hızır Paşa'dan bahsediyor; bu kaynağın sahibi, o devrin meşhur sofularından Aziz Mahmut Hüdai'nin hükümdara Dobruca - Zağra kızılbaşlarının tedibine bu Hızır Paşa'yı memur etmesini tavsiye ettiğini yazıyorsa da Hızır Paşa'nın Sivas dolaylarındaki kızılbaşları tedibedip etmediğini bildirmiyor. Diğer taraftan, Pir Sultan Abdal'ın bir şiirinde "Koca Haydar, Şah-ı Cihan torunu, Ali nesli Güzel İmam" sözleriyle vasıflandırılarak, İran Şahı birinci Tahmasb (1524-1576 arasında hükümet sürmüştür) zikrediliyor; bu şahın kızılbaşların imdadına yetişeceği ümidi ifade olunuyor. Bütün bunlardan Pir Sultan'ın XVI ncı asır sonlarında yaşamış olduğu tahmin edilebilir.
Pir Sultan, şiirlerinden anladığımıza göre, Sivas'ın Yıldızeli kazasına bağlı Banaz köyündendir. Bunu, menkıbe ve Banazlıların rivayetleri de tekidetmektedir.
Gene şiirlerinden bazıları, bize onun bir kızılbaş hareketine baş olduğunu - hiç olmazsa iştirak ettiğini - açıkça anlatmaktadır.
Menkıbede uzun uzun onun nasıl zindana atıldığı, Hızır Paşa'ya nasıl meydan okuduğu, nasıl asıldığı anlaşılır. Her halde şairin asılmasına onun çıkarttığı isyan hareketi sebep olmuştur.
Ölümü Anadolu'daki Alevi zümreleri arasında derin tesirler bırakmıştır. Kızının ağzından söylenmiş olan şu şiir bunun güzel bir örneğidir:
Dün gece seyrimde coştuydu dağlar
Seyrim ağlar ağlar Pir Sultan deyü
Gündüz hayalimde gece düşümde
Düş de ağlar ağlar Pir Sultan deyü
Uzundu usuldu dedemin boyu
Yıldız'dır yaylası Banaz'dır köyü
Yaz bahar ayında bulanır suyu
Çaylar da çağlaşır Pir Sultan deyü
Pir Sultan kızıydım ben de Banaz'da
Ağlamam durmuyor baharda yazda
Babamı astılar kanlı Sıvas'ta
Dar ağacı ağlar Pir Sultan deyü
Kemendimi attım dara dolaştı
Kafirlerin eli kana bulaştı
Koyun geldi kuzuları meleşti
Koçlar da ağlaşır Pir Sultan deyü
Pir Sultan Abdal'ım yücedir kanın
Kudretten çekilmiş Pir senin hanın
Hakka teslim ettin ol şirin canın
Dostlara ağlaşır Pir Sultan deyü
Sivas'ta asıldığında, bu manzume gibi başka sözlü ve yazılı rivayetler de birleşiyor. Buna göre mezarının da orada bulunması ihtimali kuvvetlidir.