1922 yılında Erzincan'da doğdu. Babası Numan Efendi, annesi Dilşad Hanım'dır. Ahmet Türkoğlu, küçük yaşlardan itibaren müziğe ilgi duymuş ancak bu ilgisini yönlendirecek kimse olmamıştır.
O yıllarda Erzincan'da, aslında Beyaz Rus olan, ancak rum olarak bilinen ve bir yunanlı hanımla evli olan İstavro Efendi adında bir vatandaşımız yaşamaktadır. Genç Ahmet'in İstavro Efendi ile tanışması, onun hayatında bir dönüm noktası olur.
Kendisi bir sohbetimizde tanışma olayını şöyle anlatmıştı:
Yaz aylarıydı. Bir gün arkadaşlarla Fırat'a yüzmeye gittik. Üç beş delikanlı varız. Yüzdük, eğlendik. Bir ara eli kulağa atıp gazel söyledim. Meğer İstavro Efendi de yakında bir ağacın altında oturuyormuş. Sesim hoşuna gitmiş. Yanımıza geldi, sordu soruşturdu. Tanıştık. Daha genç bir delikanlıyım. Meğer bu İstavro Efendi müzisyenmiş. Selahattin Pınar, Saadettin Kaynak, Şükrü Tunar gibi hayranı olduğum sanatçılar bu zatın arkadaşlarıymış. Derken ahbaplığımız ilerledi. İlle de sana ders vereceğim diye tutturdu. Kulübeye benzeyen evine sıkça gider oldum. Bana ders vermeye başladı. Kendisi keman çalıyor, ud çalıyor, tanbur çalıyor. Bana ud çalmayı öğretecek. Bizim doktor Yaşar'ın, istasyon doktorunun, bir kırık udu var. Arada bir onu alıp gidiyorum. Sonra doktorla pazarlık yaptım, on beş liraya satın alacağım. Neyse udu aldım, ama parasını henüz vermedim. Tıngır mıngır bir şeyler çalıyorum. Önce Telgrafın Telleri'ni öğrendim. Doktor baktı ki bir şeyler öğreniyorum, udun parasını almadı. Hediyem olsun dedi, İstavro Efendi'den ders almam, yedi sene kadar sürdü.
Ahmet Türkoğlu bu çalışmalar sırasında sadece ud çalmayı öğrenmekle kalmadı, musiki kültürünü de özümsedi. Hocasının da etkisiyle Türk Sanat Müziği'ne yöneldi. O yıllarda Erzincan'da Klasik Musiki Derneği vardı. Bu derneğin çalışmalarında hem solist, hem de udi olarak görev aldı. Çeşitli konserler verdi. Ancak, yöredeki yaygın gelenek onu hep türkü söylemeye yöneltiyordu.
13 Şubat günleri Erzincan'ın düşman işgalinde kurtarılışının yıl dönümüdür. Bu yıl dönümlerinde Erzincan'dan bir veya birkaç sanatçı Ankara Radyosuna gönderilir, burada yöre türküleri okutulurdu. Yine böyle bir yıl dönümünde, 1955 yılında Ahmet Türkoğlu'nu Ankara'ya göndermek isterler. O da, sevgili anacığından izin alarak ve oralarda kalmayacağına dair söz vererek Ankara'ya gider. Ankara Radyosundaki serüvenini de kendisi şöyle anlatmıştı:
Programdan önce prova yapıyoruz. Rahmetli Sarısözen geldi:
- "Ahmet ne okuyacaksın?" dedi.
- "Hocam, rahmetli Şerif (Tanındı) Bey'in 'Keklik Gibi Kanadımı Süzmedim' adlı parçasını okuyacağım" dedim.
- "Peki arkasından?"
- "Arkasından da bir uzun hava: 'Leylimin Leylisi Var'."
Neyse uzatmayalım, program saati geldi. Canlı neşriyat. Bir hane türkü, bir hane uzun hava okudum. Program bitti, aşağıya indik. Dediler ki, Refik Koraltan Bey seni istiyor. O zaman Meclis Başkanı idi. Bizi canlı yayında dinlemiş, çok beğenmiş. Yurttan Sesler toplandık, Osman Özdenkçi, Orhan Subay, Sarı Recep, hocamız, bütün hanımefendi okuyucular, Nezahat Bayram, Saniye Hanım, bütün koro ile arabalara bindik, gittik. Adamcağız bizlere hal hatır sordu, bizimle hasbihal etti. Bana dönerek:
- "Neden bu kadar yanık söylüyorsun, böyle dertli dertli. Bir derdin mi var? Aşık mısın?"
Ben de dedim ki:
- "Erzincan'ın bugün kurtuluşu, ben memleketime aşığım. Ondan olsa gerek."
Adamcağız bize iltifat etti:
- "İstersen seni Radyoya alalım. Muzaffer bunu radyoya al" dedi. Ben hemen atılıp:
- "Efendim benim bir anam var. Erzincan'da yolumu bekler. Buralarda kalmayacağıma dair söz verdim. Beni bu Ankara yollarına götürüp getirmeyin" dedim.
- "Adama bak, deli yahu. Herkes radyoya girmek için can atıyor, bu da radyodan kaçıyor" dedi.
- "Benim anam kıymetli. Ben ona söz verdim. Bırakın ben anamın yanına gideyim. Ne zaman derseniz gelip size okuyayım" dedim.
Bundan sonra zaman zaman Ankara'ya gidip geldik. Allah rahmet eylesin, Muzaffer Hoca da bize çok iyi davrandı. Sonradan, 1961 yılında Şükrü Tunar, Feyzi Aslangil, Zeki Duygulu... Onlarla bir plak doldurduk. Bir hayli zaman oldu ki, bu işin yakasını bıraktım. Evde bazen kendi kendime ud çalarım.
Ahmet Türkoğlu'nu yakından tanıyanlar, kendisine yapılan radyo sanatçısı olma teklifini kabul etseydi, herkesin hayranlık duyacağı ünlü bir sanatçı olurdu, diyorlar. Ancak o, annesine verdiği sözü yerine getirmek için, parlak bir geleceği bırakıp, Sıtma Savaş Dispanserindeki şoförlük görevini sürdürüp daha sonra da emekli oldu. Pek çok radyo sanatçısının ve müzik severin takdirini kazanan, onlarla yakın dost olan Ahmet Türkoğlu, aynı zamanda bir kaynak kişidir. Kendisinden pek çok türkü derlenmiştir. Ancak kendisini geliştirecek ortamı Erzincan'da bulamadığı için köşesine çekildi ve 14 Mayıs 1983 tarihinde Hak'kın rahmetine kavuştu.
Bu bilgiler kendisi ile 25 Ağustos 1979 günü Uluköy'de yapılan görüşmeden derlenmiştir.
***
Erzincanlı Ahmet Türkoğlu'na ait plak kaydı:
Felek Beni Mahveylerse / Ağlarım Ben Halime (Gazel)
(Colombia, Kat.No: RT.555)