Mehmet Erkoçak anlatıyor:
Çocukluğumdan tanıdığım Elif Garı hayıt çalısından örülü, üstü bataklık otu ile kaplı huğ evinde, beş yetim torununa bakarak yaşardı. Evli oğulları, kızları da vardı. Ama o ölen oğlu Musa'nın çocuklarının yanında, onları yokluk içinde bin bir zorlukla büyütüyordu. Torunlarından birini Düziçi İlköğretmen Okuluna göndermişti.
1958 yılında Düziçi İlköğretmen Okulu ikinci sınıfında okurken torunu Ali'ye bir mektup gelmişti. Elif Garı'nın öldüğünü yazıyordu. En az torunu Ali kadar ben de üzülmüştüm.
1970 yılında köyüme ilkokul öğretmeni olarak naklen geldim. Görevim gereği köy incelemesi yapmaktaydım. Köylüler Elif Garı (Poçulu) dan bahsettiler. Akrabalarına, kızlarına, oğullarına, torunlarına hep sordum. Her hangi bir ağıdının bir dörtlüğünü dahi tam bilmiyorlardı. Yalnız herkesin bana bildirdiği kaynak, kendi annem Elife Erkoçak oldu. Elife Erkoçak köyde değildi. Osmaniye'de okuyan çocuklarının yanında duruyordu. O yıllardan sonra farklı tarihlerde zaman zaman hatırladıklarını yazdım. Kaybolmak üzere olan bu ağıtları ve Elif Garı (Poçulu) yu Osmaniye kültürüne kazandırmaya çalıştım.