Bu türkünün hikayesi Çankırı'nın Çerkeş kazasının Hacı Bey köyünde yaşanmıştır. Altı çocuğuyla beraber yoksul bir hayat süren, bütün umutları toprağa bağlı bir aile vardır. Bu ailenin Gülbahar isimli bir de güzel kızları vardır. Henüz on beş yaşında olan Gülbahar'ın gönlünde köyün zenginlerinden bir ağanın oğlu Murat yatmaktadır. Murat bu sevgiden habersizdir.
Gülbahar her gün testisini alır çeşmeye gider. Gider ama düşüncesiyle Murat'ı da beraberinde götürür. Testisini doldurur. Penceresinin önündeki zerdali ağacını sular, ama bu işleri yaparken hep Murat'ı düşünmektedir.
Bir gün çeşme başında Murat'ı görür. Heyecanını gizleyemez, Gülbahar. Elleri titrer, yüzü durmadan renk değiştirir. Murat dayanamaz, sorar:
- "Beni sevdiğini söylüyorlar köyde, doğru mu bu?"
Gülbahar bu sefer daha da heyecanlanır, bir şey diyemeden kaçamak bir bakışla Murat'ın yüzüne bakar, hızla oradan uzaklaşır.
Bakış o bakış, Murat'ın da içine bir ateş düşmüştür. Her gün çeşme başında buluşmaya başlarlar.
Murat'ın babası bunu duyar. Oğlunun bir fakir kızıyla ilgilenmesini istemiyordur. Komşu köyden bir kızla Murat'ın nikahını kıydırır. Bütün umudunu yitiren Gülbahar ekmekten aştan kesilir. Günlerce ağzına bir şey koymaz. Artık her şeyin bittiğine kanaat getirir ve kendisini, büyük bir umutla beslediği zerdali ağacına asar. Çünkü davul zurna sesleri köyün sessizliğini yıkmış, gelin geliyordur.
Her şeyden habersiz Murat, haberi duyunca beyninden vurulmuşa döner. Kendisine ve insanlara, dünyaya lanet eder. Çok geçmeden aklını kaybeder ve bir daha da eski haline gelemez.