Çakıcı Efe, İkinci Abdülhamid'in istibdat yönetimine karşı onüç yıl, ikinci Meşrutiyetten sonraki yönetime karşı da iki yıl olmak üzere 1895'den 1910 yılına kadar İzmir, Aydın, Denizli, Nazilli, Ödemiş, Konya dağlarında, Antalya ve Muğla bölgelerinde onbeş yıl gibi uzun bir süre dolaşmış; adeta ikinci bir hükümet gibi kendi iptidai usulleriyle hüküm sürmüş, bu süre içinde halktan vergi almış, adalet dağıtmış yol, köprü ve camiler yaptırmış; Osmanlı ile, dolaştığı hükmettiği toprakları paylaşmak uğrunda mücadele etmiş, zaman zaman yüze çıkmış dağdan inerek resmi yetkililerle görüşmeler yapmış, zaman zaman dağ başlarının özgür ve bağımsız havasını teneffüs etmiş, hükümetle eşit koşullarda anlaşmalar yapmak gibi sarayı ayağına kadar getiren kudret olmuş bir kişiliktir.
Çakırcalı, halkın istibdat yönetimine karşı bilinçli bir hareketini temsil etmemiş fakat müstebit yönetime karşı halk ruhunda parlayan isyan eğilimlerine çeşitli koşullarda tercüman olmuş, bunun için de hayatında olduğu gibi ölümünden sonra da sürekli büyük bir halk kahramanı niteliği ve şöhreti kazanmıştır.
Esasen Çakıcı Efe merhametli, vicdanlı, halkı sever, cesur, cüretkar, mert, otoriter bir zeybekti.
Gerçekten onun halk içinde en büyük şöhreti "zenginden ve zalimden alıp fakirlere dağıtmasından" ileri geliyordu. Hükümetten herhangi bir himaye ve yardım bulamayanlar kurtuluşu onda arıyorlardı.
Çakıcı Efe olayını ilginç kılan noktalardan biri de, onun çeşitli yabancı unsurlarla olan yakın ilişkileri ve İttihat ve terakkicilerle olan ilişkileridir. Çakıcı'nın bu yönleri bazı kişilerce istismar edilmek istenmiştir. Sözgelimi Kemal Tahir, onun bazı İngiliz, Fransız ve Rumlarla olan sınırlı ilişkilerini casusluğa dek vardırmıştır. Oysa böyle bir suçlamada bulunmak gülünçtür. Çünkü Çakıcı'nın yaptığı sınırlı görüşmelerin tamamı sarayın ve resmi makamların bilgisi altında yapılmıştır. Üstelik resmi makamlar bu görüşmeleri bir uzlaşma yolu olarak kullanmak isterler.