800 yıllık bu sevda hikayesi; Menteşe Beyi'nin yakışıklı oğlu İlyas ile bir Türkmen demircisinin kızı olan Ferayi'ye aittir.
İlyas o gün de sazını duvara asar; silahını alır, arkadaşlarıyla Marçal dağlarında ava çıkar. Bu, çok sık yaptığı bir şeydir. Dağlarda gezmekten, türlü çeşit hayvanı, börtü böceği gözlemekten, avlanmaktan, kimi zaman arkadaşlarıyla yarışmaktan büyük zevk alır. Ama sevdalısı olduğu Marçal dağlarında, o gün onu başka bir sürpriz beklemektedir.
İlyas Bey, hayranlıkla güzel gözlü bir ceylanın peşine takılır, çok hızlı koşan ceylanı gözden kaçırınca, dönmek ister, ama birden bir çift sürmeli iri gözle karşılaşınca, donup kalır. Az önce kaçırdığı ceylanın güzel gözleri, bu anlamlı güzel gözlerin içinde sönüp gider. Zarif motiflerle işli giysisiyle, renk renk pul ve boncuklarla süslenmiş örtüsüyle, sülünü andıran bir Türkmen güzeli, karşısında durmaktadır. İlyas Bey, bir süre hayranlığını gizleyemeyen gözlerle baktıktan sonra, cesaretini toplar ve sorar:
- Adını bağışlar mısın, güzelim?
Kız, sürmeli gözlerini kaçırır önüne bakar:
- Ferayi, Beyim, der. Öyle ya, böylesi atı, koşumları, silahı, giysileri ve yakışıklılığı olan birisi olsa olsa bey olur, diye düşünür, güzel Feraye...
- Ferayi mi? diye sorar, delikanlı.
- Ferayi, der güzel kız; başka bir soruya fırsat vermeden, bir ceylan çevikliliğiyle gözden kayboluverir. İlyas, dolaşır atıyla, kızın izini bir türlü bulamaz; Marçal dağları dar gelmeye başlar, arkadaşlarını toplar, geriye döner. İlyas, kızın peşini bırakmaz, araştırır, soruşturur, öğrenir Ferayi'nin anasını atasını; derdini, kendi annesine açar fakat annesi hoş karşılamaz, "Bey oğluna, Bey kızı yakışır" der, ama İlyas'ı da ikna edemez. Yakup Bey de, bu işin töreye uygun olmadığını anlatmaya çalışır oğluna, bir sürü bey kızı adı verir; ama İlyas'ın gözü Ferayi'den başkasını görmez olmuştur. Çaresiz, Menteşe Beyi Yakup, Ferayi'nin babasını görmek için yanındakilerle birlikte Türkmen obasına gider. Ferayi'nin, babası ve annesi konukları şaşkınlıkla karşılarlar, nereye oturtacaklarını bilemezler; ikramlar, hoş beş derken konuya gelinir:
- Bahçenizdeki gülü dermeye geldik, oğlumuzu size verip kızınızı almaya geldik, derler ve Ferayi'yi atasından anasından isterler. Ferayi'nin babası, "Beyoğlu beye kız vermek obamızı onurlandırır" diyerek kızını vermeye razı olur. Fakat Ferayi'nin ağabeyi Mistik, bu olaya içerler, "Benim kardeşim, bey oğlunu nerede görmüş de gözleşmişler, dahası sözleşmişler" diyerek, kızın verilmesine itiraz eder.
Ferayi'nin gönlü de, İlyas'tadır; haberleşirler, Dipsiz Kapuz'un önünde buluşmaya karar verirler. Ferayi, sarı mayayı katarlayarak, korku içinde, ürkek bir ceylan gibi buluşma yerine gider; İlyas'ı beklemeye başlar ama bu arada ağabeyi Mistik'in onu izlediğini fark etmez. Mistik, aniden kızın önüne çıkar, "Bir de utanmadan kaçıp, onurumuzu beş paralık edersin, öyle mi!" diyerek, belindeki hançerini çıkarıp, rastgele saplamaya başlar. Güzel Ferayi, ağzını bile açamadan, ağabeyinin hançer darbeleriyle, dengesini yitirip, Dipsiz Kapuz'a yuvarlanır. Mistik, kardeşinin ardından kendi canına da kıyar, kanlar içinde yere yuvarlanır. İlyas Bey, oraya geldiğinde, iki kardeşin ölüsüyle karşılaşır. Dipsiz Kapuz, o günden sonra, Kanlı kapuz diye anılır ve Marçal dağlarına da Ferayi kızın türküsü yayılır.
Bazı kaynaklarda hikaye farklı sonuçla bitirilmiştir: "Ferayi ile İlyas evlenirler"