1960'lı yıllarda türküden de anlaşıldığı gibi Tarsus Parkı'nın içerisinde bir havuz vardı. Havuzun etrafı gövdesi yarıya kadar beyaza boyanmış turunç ağaçlarıyla kaplıydı. Ağaçların dibinde masalar ve tahta sandalyeler.
O bölüm park ve bahçelerden kiralanmış çay bahçesine aitti. Herkes yaz günlerinin sıcak akşamlarında bu park içindeki çay bahçesine akın ederdi. Erken gelen havuz kenarındaki en ön masadan birine oturur, çayını söylerdi. Semaverle gelen çaylar yudumlanırken sandal sefasındaki müzik programı başlardı. Önde solist, arkada sazlar. Kayıkçı aheste aheste kürekleri çekerek sandaldaki sanatçıları havuz içinde gezdirir, bazen kıyıya yaklaştırarak sanatçıların daha fazla alkış almasını sağlardı. Sanatkarın uzun hava söylemesinde lambalar karartılır, türküyle beraber geceye bir mahzunluk çökerdi. Parkın güzelliği ve özelliği çevreden, ta ki Adana'dan müşteri gelmesini sağlardı. O zamanlar Tarsus, parktaki sanatkarlar geçidi ve sandal saltasıyla çok ünlenmişti.
On günde veya haftada bir sandal programı değişir, program değişikliği de çeşitli şekillerde halka duyurulurdu. Parkın giriş kapısının sağ tarafında "gartele" denilen bir ilan panosu vardı. Bu panoya program yapacak sanatkarların özelliklerini anlatan afişler asılırdı. Dinleyiciler muhakkak günün programına bakar ondan sonra içeri geçerdi.
Kimler geldi geçti. Kimler o sandalda türkü söylemedi ki. O ayrı bir güzellik ve ayrı bir özellikti. Sanatkarları dinleyenler çıt çıkarmazlardı. Dinleyiciler sanatçıyı cuşu içinde dinler, son derece de saygı gösterirlerdi. Öyle an gelirdi ki sadece sandalın kürek sesleri duyulurdu. Bir başkaydı Tarsus'un park içinde söylenen türküleri. Bir başkaydı o zevk. Şimdi ne havuz kaldı, ne de o güzellikler. O günden bu güne sadece o günleri canlı olarak yaşayan Mustafa Canan'ın bize ulaştırdığı Tarsus Parkı'na yakılmış bir türkü ve parkta türkü söyleyerek meşhur olan Tarsuslu Fahri Işık.