Urfa'nın Bozova ilçesine yakın Fırat kenarında iki köy varmış. Bu köyler birbirlerine komşuymuş ve ağalara mahsusmuş. Bir ağanın oğlu, diğerinin de kızı varmış. Bu kız ve oğlan da evlenme çağına gelmişler. Köylerin yakın olmasından dolayı birbirlerine gidip, gelirlermiş. Kızla oğlan birbirlerini görmüş ve sevmişler.
Günün birinde oğlanın babası hanımına "Oğluna sor, eğer evlenmek istiyorsa onu evlendirelim" demiş. Hanımı da oğluna bildirmiş, oğlu da komşu köyde sevdiği kızı bana isteyin diye istekte bulunmuş, anası da babasına oğlunun isteğini bildirmiş. Oğlanın babası köy komşusu olan ağanın kızını oğluna almaya karar vermiş. Bunun üzerine vakit geçirmeden köyden bir kaç yaşlı adamı alıp, komşu köye oğlunun sevdiği kızı istemeye gitmişler.
Eskiden beri bizde başlık adedi vardır. Kızın babası tarafından istenen başlık parası oğlan babası tarafından kabul edilmiş. Kızı istemeye gittiklerinde mevsim güzmüş. Kız babası "Bahar gelince iki genci baş-göz edelim" demiş.
İki taraf da düğün hazırlığına başlamışlar. Gelini getirecekleri günü tespit etmişler. Köyde gelin ve damat tarafı atlara binerek cirit oynarlarmış. Gelenleri silah sıkarak karşılamışlar. Damatta gelini getirmeye giden kafileye katılmış. Gelini deveye bindirmişler. Düğün alayında nara atılır ve davul zurna çalınır, bu şekilde gelin hareket eder. Silahlar sıkılır.
İkinci köyün hududuna girerken serseri bir kurşun gelinin kalbine saplanır, gelin cansız olarak yere düşer ve ölür. Düğün alayı da bir anda şivan yerine döner. Herkes hüzün içerisinde, gelini mezara gömerler. Damat çok üzülür, deliye döner.
Gelinin köyünde taziyede üç gün kalırlar. Oğlanın gözünün yaşı dinmez. Her gece kızın mezarına gidip, sabahlara kadar ağlar ve bu türküyü dile getirir. Gece yarısı Fırat Nehri'nden yükselen su buharını seyrederek, bülbüllerin ötüşünden hüzünlenerek, bu ağıdı söylemeye başlar.