Ula'nın düğünleri düğündür hani.
Erkekler oğlan evinde yiyip içip yan gelirler, kız evinde de eğlence gırla gider. Bağda üzüm toplayan, bahçede sebze çapalayan, tarlada tütün kıran kızlar, düğün günü güzellik suyuna batıp çıkmış gibi olurlar. Düğünlüklerini giyip, saçlarını tarayan kızlar, hurimelek kesiliverirler.
Tef vurup çümbüş çaldı mı, kendinizi düğünde değil, periler ülkesinde sanırsınız. Kızlar salınır da, meydan kız görür. Bu yüzden, Datça'lı Durmuş:
- "Senin çocuk karamara ama, hayli şirin yahu" diyenlere, göğsünü gere gere şu karşılığı verir:
- "Ee, ne de olsa O'nun anası Ulalı'dır."
Demesi o ki, Datçalı Durmuş'un, Ula'nın havası suyu, güzellik ılıcasından daha etkilidir. Bundan olacak, Ula köylüklerinin köylüleri, oğullarını ortaokulda okusun diye, kızlarını yorgan-dikiş öğrensin diye Ula'ya yollamanın yollarını ararlar.
Çaydereli Osman, dayısıoğlu Nasuh Çavuş'un gelin almasında Ula'ya geldi. Alay koca Marçal dağlarını aşıp Ula'ya geldiğinde, kız evinde çalgı-çengi sürüp gidiyordu. İlçenin genç kızları halka olmuş, "Ay alaylar bulaylar, temeli de süzgün alaylar" oyununu oynuyorlardı.
Osman, hayat (havlu) kapısının yanındaki duvarın üstüne dikilip, oynayan kızlara bir göz gezdirdi. Gözleri bir kızın üzerinde mıhlandı kaldı. Hay bakmaz olaydı. Osman'ın gönlü ırmak olup, Balcı'ların kızı Gülayşe'ye akıverdi.
Çaydereli olanca gücüyle asıldığı halde, bakışlarını Gülayşe'den koparamıyordu. Sanki herkes Osman'ın kime, hangi duyguyla baktığını seziyordu. Osman ne gözlerine söz geçirebiliyordu, ne de gönlüne. Artık gönlüne kendi beyni değil, Gülayşe buyruktu. Gülayşe de ona bakmış gülümsemiş miydi ne? Osman gelin alayıyla birlikte Çaydere'ye dönerken "içimde bulgur kaynıyor, kafamda kireç söndürülüyor" dediği zaman yanındaki "Çiftçilerin Mehmet", "Osman mı anlamsız konuşuyor, ben mi anlamıyorum!" demekten kendini alıkoyamadı.
O günden öte Osman, Ula düğünlerinin çağrılmayan konuğu olmuştu. Çizmelerini parlatıp atına atlıyor, soluğa Ula'da alıyordu. Marçal dağlarında, Kabaca Pınar'ın dibindeki yatıra mum adayıp, Gülayşe'ye kavuşmak için dua etmeyi unutmuyordu.
Çoğu düğünlerde Gülayşe'yi göremiyordu. Ama bir de gördü mü içinin tüm denizleri köpürüyordu. Yine böyle bir düğünde, Gülayşe'ye gel Ayşe diyecek cesareti toplayabilmek için, birkaç şişe rakıyı su gibi içti. Neydi o öyle? Ayşe mi dönüyordu, dünya mı?
Derken biri ilişti koluna:
- "Gel be dost" dedi, "derdin var anlaşılan. Gel bizim meclisimize katıl."
Çaydereli Osman, kendini Ulalı gençlerin sofra kurdukları hasırın üstünde buldu. Herkes dostça bakıyordu kendisine, merhabalaştıktan sonra, bir kadeh sundular ona da. Dülger Bekirler'in Selver, bağlamasını düzenleyip, telleri üzerinde tezene gezdirirken sordu:
- "Merakımı bağışla Osman arkadaş, Ula düğünlerini kaçırmayışının nedeni ne ola ki?"
O güne dek bağlamayı eline bile almamış olan Çaydereli Osman, birden irkildi. Yeniden doğmuş gibi oldu. Selver'in elinden bağlamayı aldı.
O gün çalıp çağırdığı türkü, sevilen bir Ula türküsü olarak günümüze kaldı. Kuşkusuz yarına da kalacak.