Kırşehir merkeze bağlı Akçaağıl köyünden Necip ile aynı köyden Elif'in aşkları dillere destan idi. Önceki önemsiz bir kırgınlıktan dolayı iki aile bu evliliğe şiddetle karşı çıkıyorlardı.
Hatırı sayılır kişilerin ve de komşuların araya girmesiyle iki aşık güzel bir düğün yaparak evlenmiş ve böylece muratlarına ermişlerdi. Daha evliliklerinin ilk ayı dolmadan Osmanlı Rus savaşı çıkmış, her Türk çocuğu gibi Necip'de doğu cephesine askere yollanmıştı.
Savaşta bir Türk mangasıyla birlikte Ruslara esir düşen Necip, aylarca esir kamplarında zor koşullar altında yaşamış ve düzmece bir sorgulamadan sonra on kadar arkadaşıyla silahlı bir Rus askerine kolları bağlı bir vaziyette kurşuna dizilmek için teslim edilmiştir.
Ormanlık bir bölgede bir müddet ilerledikten sonra kurşuna dizilecekleri dereye vardıklarında kendilerini kurşuna dizmekle görevlendirilen silahlı Rus askeri, aniden Türkçe konuşmaya başlamış esirlere nereli olduklarını sormuş, sıra Necip'e geldiğinde Necip'in Kırşehir Akçaağıl köyünden olduğunu öğrenince de Akçaağıl köyünün ileri gelenlerinin adlarını tek tek sayıp Necip'ten köyün şimdiki durumu hakkında bilgi almıştır.
Kendisinin bir Rus casusu olduğunu, gezici koşum hayvanı satıcısı (Celep) kimliği altında o bölgede yıllarca dolaştığını, kısaca belirttikten sonra Türk esirlere dönerek "Yediğim ekmeğin hatırına şimdi sizlerin canını bağışlıyorum, vakit geçirmeden önünüzdeki şu dereyi takip edin, biraz ilerideki Türk sınırına ulaşırsınız" diyerek Necip ve arkadaşlarını serbest bırakmıştır. Necip ve arkadaşları Türk sınırına ulaşıp Osmanlı ordusuna katılmışlar, iki devletin anlaşmasıyla Osmanlı Rus savaşı sona ermiş, Necip'de diğer askerler gibi memleketi olan Akçaağıl köyüne dönmüştür.
Diğer yandan Osmanlı ordusu yetkilileri Necip ve arkadaşlarından aylarca haber alamayınca bu askerlerin savaş esnasında şehit düştüklerine kanaat getirerek ailelerine birer ölüm künyesi düzenleyip göndermiştir. Necip'in ölüm haberi Akçaağıl köyüne ulaştıktan sonra dul kalan Elif, çaresiz baba evine geri dönmek zorunda kalmış, babası tarafından aynı köyden yaşlı ve çocuksuz birisiyle gönülsüz olarak evlendirilmiştir.
Savaş bittiğinde köyüne dönen Necip, Elif'in başka biriyle evlendirildiğini öğrenince beyninden vurulmuşa dönmüş, üzüntüler içinde başını alıp gurbete çıkmış ve köyden uzaklaşmıştır. Necip'in ayrılığına ve bu acıya daha fazla dayanamayan Elif, günden güne eriyip sonunda o günlerin çaresiz hastalığı vereme yakalanarak yatağa düşmüş, bir müddet sonra da yataktan kalkamaz olmuştur.
Elif'in acıklı halini aynı köyden çalışmaya giden birisi İzmir'de Necip'i bulup anlatmış, köyüne dönen Necip, hasta yatağında ölmek üzere olan Elif'i görmeye gittiğinde iki aşık karşılıklı birbirlerine sevgilerini sitemlerini şu mısralarla dile getirmişlerdir:
(Elif)
Yüklendi barhanam çekildi göçüm
Bilmedim kusurum ne idi suçum
Elif'in hatırın sormadın niçin
Küstüğünü Necip bana söyleme
Şu kırık kalbimi viran eyleme
(Necip)
Geldim yanına da kaldırdın başın
Öpeyim bir kere karadır kaşın
Üç gün önce gördüm Elif'im düşün
Küstün mü Elif bana söyleme
Şu kırık kalbimi viran eyleme
(Elif)
Doğruldum yastıkta yüzüne baktım
Ciğerim başını köz gibi yaktın
Gittin gurbet ele beni bıraktın
Küstüğünü Necip bana söyleme
Şu kırık kalbimi viran eyleme
(Necip)
Kahpe felek bize kurdu bir tuzak
Sana varamadım yollarım uzak
Bir künye yazmışlar biz nasıl bozak
Küstün mü Elif bana söyleme
Şu kırık kalbimi viran eyleme
(Elif)
Gönlümün süruru geldin yanıma
Şifa geldi bedenime canıma
Yüz süreyim alnındaki benine
Küstüğünü Necip bana söyleme
Şu kırık kalbimi viran eyleme
(Necip)
Azaldı kederim çıkmadı canım
Şükrolsun Mevlaya yanımda yarim
Uzak değil gayri elimde elin
Küstün mü Elif bana söyleme
Şu kırık kalbimi viran eyleme
(Elif)
Sen gideli şu dünyama bakmadım
Ak elime al kınalar yakmadım
Hiç bir zaman umudumu yıkmadım
Küstüğünü Necip bana söyleme
Şifa geldi gayrı solan gülüme
Cahit Öztelli "Evlerinin Önü" adlı eserinde bu türküye yer verirken, eksik bilgi nedeniyle Yemen'e askere giden Ahmet ile Ayşe'nin türküsünü, Necip ile Elif'in türküsüyle karıştırmıştır. Veya halktan böyle derlemiştir. Bu türkü için ayrıca Ahmet Şükrü Esen tarafından hazırlanan ve Pertev Naili Boratav'ın yayınladığı "Anadolu Destanları" eserine bakılabilir. Muharrem Ertaş, türküyü sedef müzik tarafından hazırlanan kasetinde şu mısralarla dile getirmektedir:
Yüklendi barhanam çekildi göçüm
Bilirim kusurumu affeyle suçum
Necib'i görmekliğe germedin nüçün
Küskünsün sevdiğim Necip söyleme
Bu gönlüm kırık Necip söyleme
Geldim yanına kaldırdın başın
Öpeyim bir kere karadır kaşın
Üç gün evvel gördüm Necib'in düşün
Küskünsün Necip bana söyleme
Gönlüm kırık Necip sana söyleme
Gönlümün süruru geldin yanıma
Şifa geldi bedenime canıma
Yüzüm sürem gerdanında benine
Küskünsün Necip bana söyleme
Bu gönlüm kırık Necip sana söyleme
Doğruldun yastıkta yüzüme baktın
Ciğerimin başını köz gibi yaktın
El sözüne baktın yolunda çıktın
Küstüm bu dünyada sana Necip söylemem
Gönlüm kırık sana Necip söylemem
İstanbul yolları uzaktır uzah
Böyle olana kurarlar tuzah
Bir mektup yazmışlar bize fal duzah
Küskünsün yarim bana söyleme
Gönlüm kırık yarim bana söyleme
Sen gideli konağımda bakmadım
Ak ellerime al kınalar yakmadım
Necip yarim gelir diye ele bakmadım
Küstüm bu dünyama Necip söylemem
Necip sana dilim küskün söylemem
Az oldu gadirim tendedir canım
Şükrolsun Mevla'ya yanımda yarim
Necip'in gönlü göçmektir hemin
İşte ben öldüm Necip söylemem
Kırgın gönlümü yare söylemem
Öykümüzde geçen türküyle Muharrem Ertaş'ın kasete okuduğu türkü arasında büyük bir benzerlik olmasına karşın, Aysel Şahin'in Kırşehir, Sarıcalar Deveci Obası'ndan Hatice Cengiz'den derlediği aşağıdaki türkünün yalnız son iki dörtlüğü yukarıdakilerle benzeşmektedir:
Aksaray altında vardır evimiz
Berber dükkanına uğrar yolumuz
Gıyma felek gıyma Necip yalınız
Necip cana gurban derim söylemez
Ellerin develeri duza alışır
Necip'in develeri geri takışır
Necip'in yari de kime yakışır
Küstüm bu dünyada söylemem Necip
Necip sen gideli ah ide gızın
Ahiri dünyada bu mudur sözün
Gelin gız içinde çıkmadı yüzün
Necip sana gurban derim söylemez
Necip sen gideli sarayından çıkmadım
Ağ elime al gınalar yakmadım
Necip yarim diye ben kimseye bakmadım
Necip cana gurban derim söylemez
Yastıktan doğruldu da yüzüme baktı
Ciğerimin başını köz gimi yaktı
El sözüne uydu yolumdan çıktı
Necip cana gurban derim söylemez
Bu türkünün yine diğer bir varyantı da aşağıda görüleceği gibi, Aşık Veysel tarafından plağa okunup söylenmiştir.
Olayın geçtiği yer Kırşehir yöresi olmasına rağmen, destan ve türkünün Sivas dolaylarında bile bilindiği ve söylendiği anlaşılmaktadır.
İhtiyat mı etti de geri bakmaya
Ne hak geldi kefenini biçmeye
Sıva kollarını suyum dökmeye
Necip sana kurban derim söylemez
Hasta dediler de geldim yanına
Şifa geldi desem kıyma canına
Böyle işler düşer miydi şanına
Onun için küstüm Necip söylemem
Yüklendi barhanam çekildi göçüm
Bağışla günahım affeyle suçum
Necip'i görmeye gelmedin niçin
Necip sana kurban derim söylemez