Küçükkavak, Anadolu bozkırının ortasında yer almış, tarihi çok eskilere dayanan tipik bir Türkmen köyüdür. 20 Şevval 670 tarihli Recep oğlu Ali'deki bir vakıfnameden Güçiki-Kavak adıyla Selçuklular döneminde Caca Bey vakfiyelerinin, Kırşehir'e bağlı emlak ve arazileri içinde olduğu bildirilmektedir.
Bağlı olduğu Mucur ilçesine 10, Kırşehir iline 20 kilometre uzaklıkta, bir yamaca serpiştirilmiş kerpiçten evleriyle; bağları, bostanları, sarı başaklı tarlalarıyla; koyunları, kuzularıyla; kara yağız insanları, hamarat kadınlarıyla yüzyıllarca yörede sevilmiş, saygı görmüş bir Anadolu köyüdür Küçükkavak. Anadolu Türkmen geleneği bu köyde, bütün güzelliğiyle yaşamaktadır. Yardımlaşması, dayanışması, konukseverliğiyle herkesin dilindedir. Dargınlığın, düşmanlığın olmadığı bir köydür Küçükkavak.
İşte bu güzelim köyde, 1975 yılının 23 Nisan gününde öyle bir olay olur ki, duyan inanmak istemez. Toplumda sıkça görülen muhtarlık, minibüs işletmeciliği, kır bekçiliği anlaşmazlığı bu köye de bulaşmıştır. Tartışma ile başlayan kavga, giderek silahların konuştuğu bir ortama sürüklenir. Muhtar Şükrü Fidan, Sait Aykurt ve oğulları Fevzi ile Yüksel Aykurt, vurularak öldürülür. Birçok kişi yaralanır. İlçe, olaya el koyar. Köye bir jandarma karakolu kurulur. Köye girişler kapatılır. Olay, TRT'nin akşam haberlerinde bütün yurtta duyulur. O günden sonra, bu olayın etkisinden kurtulamayan köy halkı, yurtlarını terkeder. Başta Kırşehir olmak üzere değişik yerlere göçer. Köy, viraneye döner. Üç beş hane ile yaşamını sürdürür.
Baki Yaşa Altınok, doğup büyüdüğü köyünün viran olması karşısında, duygularını şöyle dizelere döker:
Küçükkavak köyüne varamaz olduk
Anınca gözümüz olur bir ırmak
Beraber yaşardık göremez olduk
Bir yalnızlık çökmüş toprağa taşa
Küçükkavak yandı gitti ateşe
Birlikte yaşardık mutlu yanyana
Hiç zarar gelmezdi bir tek insana
Tertemiz köy idi bulandı kana
Bir anda her taraf döndü savaşa
Küçükkavak yandı gitti ateşe
Ağaçlar devrilmiş bağlar bozulmuş
Sürü sürü davarları yozulmuş
Gürül gürül akan pınar soğulmuş
Aklı olan insan yana tutuşa
Küçükkavak yandı gitti ateşe
Kimi göçün çekmiş gitmiş bir yere
Yıkılmış evleri harap virane
Görünce gönlümüz olur divane
Anınca her zaman ağlıyor Yaşa
Küçükkavak yandı gitti ateşe
Küçükkavak köyünde meydana gelen olayda babası ve iki kardeşini yitiren Meryem Çalışır, babasının ve iki genç kardeşinin acı ölümüne şu ağıdı yakmıştır:
Duman durmuş Küçükkavak düzün
Kurtlar girmiş beybabamın yozuna
Kara haber çabuk ulaşır derler
Tez ulaştı Kuruağıl'da kızıma
Viran kalmış cömert babamın evi
Görmüş söylememiş akraban Veli
Yüzüne gülen de düşman çoğumuş
Üstüne şahit olmuş enişten Ali
Kolunda saatini verin hayıra
Ahırdan malını çekin pazara
Hanımın Emine tutuldu derde
Yetim yavrularını kimler kayıra
Nasıl girem beybabamın evine
Yetim kalmış Ferzi'min bir tek Emine
Evinde otursun ere gitmesin
Benden selam söylen Döndü geline
Vurulmuş yatmış Sarı Hüseyin'in düzüne
Kurşun yemiş ciğerinin közüne
Nereye gidiyon gara Yüksel'im
Kim bakacak dört aylık Hakkı kuzuna
Budamış bağını Yüksel'im yememiş üzümü
Doktorla bulduydun bir çift kuzunu
Sen gel Hakkı ile Fadime'yin üstüne
Kurbanlar vereyim sürüyünen yozunu
Yüksel'imin bıyığı altın sarısı
Düşmanlar vurmuş da akşam yarısı
Nasıl kıydınız da zalim düşmanlar
Daha dört aylıktı körpe yavrusu
Başımı koydum da gurbet taşına
Gel gardaşım düğme dikem döşüne
Ölenecek ben bu derdi çekerim
Ele düğün bayram bize boşuna
Üğrünü üğrünü üç dal yıkılmış
İki gardaşımın beli bükülmüş
Yirmi sekizinde yiğit Yüksel'im
Gara saçın salacaya dökülmüş
Ahırda malları sahipsiz durur
Yarın genç gelinler oğlan doğurur
Kimse tutmaz üç yiğidin yerini
Ad koyarlar Sait Ferzi Yüksel çağırır
Koca ağ odayın kıymeti yokmuş
Ekmeğini yiyenler düşmanlık etmiş
Başucunda ağlar körpe kuzular
Al yanaklı Meryem'in sararmış solmuş
Kurban olam pancarıyın suyuna
Ağlayarak düştüm köprü yoluna
Küçükkavak derler bir kanlı köymüş
Yedi bayram kına yakmam elime
Kerpiçtendir avlumuzun yapısı
Kitli kaldı ağ odayın kapısı
Bu dert bana ölenecek dert olur
Ferzi'min gelmedi Mehmet dayısı
Ferzi'm giyinmiş de bir yeşil kisbet
Usul boylu Yüksel'ime yakışır asbap
Düşman kin eylemiş atar kurşunu
İki oğlan bir babaya ölmekmiş kısmet
Kızılırmak akar akar durulur
Deli gönlüm ağlar ağlar yorulur
Neriye gidiyon hey yetim Ferzi'm
Bir tek Emine'yin boynu burulur
Kızılırmak suyu çağlayıp akar
Yelebir kekili gözleri bakar
Düşmanlar kudurmuş anamın oğlu
Taze fidanları kökünden yıkar
Radyo gazeteler yazdı ismini
Teyiplere verdim soyka sesimi
Duyan ahbaplar da yansın ağlasın
Burada bitirdim dertli sözümü
Ağlayı ağlayı yanıp söylerim
Talihsiz Meryem'im buymuş kaderim
Küçükkavak köyüne destan yazanlardan biri de komşu Rahmalar köyünde oturan Ahmet Kaya'dır. 25 Nisan 1975'de yazılan aşağıya aldığımız bu destan, Karakuyu köyünde Mazhar Dündar tarafından destanı yazanın ağzından kasete kaydedilmiştir.
Acı haber geldi duyuldu bize
Küçükkavak hadisesin anlatam size
Bir figan düştü de dağlara düze
Duyun kan ağlıyor şu Küçükkavak
Küçükkavak kazamıza aralı
Dört tane ölü var beşi yaralı
Yetişin imdada kaymakam vali
Duyun kan ağlıyor şu Küçükkavak
Şükrü öldü de Ramazan canlı
Bozuldu bu köyün kalmadı tadı
Dul kalmış gelinler yapar ağıdı
Duyun kan ağlıyor şu Küçük Kavak
Kafadan yaralı çırpınır Duran
Soruyom bilen yok kim imiş vuran
Yeminler veriyom söylemez gören
Duyun kan ağlıyor şu Küçükkavak
Ümit kurşun yemiş ince belinden
Bilmem nasıl kurtulmuştur ölümden
Ayakta yaralı Neşet elinden
Duyun kan ağlıyor şu Küçükkavak
Bir evde üç ölü biri yaralı
Bilmeyenler sorar bunlar nereli
Kime ne deyim ki bizim oralı
Duyun kan ağlıyor şu Küçükkavak
Kimi göç eylemiş gider kazaya
Suçlu suçsuz uğramışlar cezaya
Canlar mı dayanır kara yazıya
Duyun kan ağlıyor şu Küçükkavak
Pazara döküldü davarlar mallar
Duyanlar sözümden bir ibret anlar
Nasıl can verdi de o nazik tenler
Duyun kan ağlıyor şu Küçük Kavak
Akşam üstü tabancalar patlıyor
Kurşun yiyen pamuk gibi hotluyor
Jandarmalar gelmiş kapçık topluyor
Duyun kan ağlıyor şu Küçük Kavak
Çok uzatmaz Ahmet sözünü bağlar
Duymuş da analar bacılar ağlar
Kader ilahi de bir yazı yazar
Duyun kan ağlıyor şu Küçükkavak
Abdullah Altınok, Küçükkavak köyünde doğdu, büyüdü. Memur oldu, yurdun çeşitli yerlerinde görev yaptı. Köyünün insanlarını hep içinde yaşattı. Saydığı, sevdiği insanların birer birer bu dünyadan ayrılışları, onun hiç bir zaman belleğinden silinmedi. Bu insanlardan bazılarının yaşam tarzlarını, espirilerini, aşağıdaki dörtlüklere döktü:
Köyüm Küçükkavak tozlu yolları
Bir ömür tüketen garip halları
Anlatayım devrilen çınarları
Dallar yaprağını döktü de gitti
Çok gıt hatırlarım zatı geçmişi
Aşık Veysel gibi tütün içişi
Evladının peşinde göçtü bu kişi
Arif'a Ali'ye yandı da gitti
Çay yolunda bağ beklerdi bir dede
Atının önüne çıkana lira vermede
Tez gömdüler Murad'ım görmede
Mernmet Kâ hayalle avundu gitti
Boyu ufacıktı sevimli zattı
Kızı Fati ile çok sığır güttü
Kırşehir'de valiyi elde etti
Aşır'a Yurum'a küstü de gitti
Babayiğit ama hep karnı açtı
Bir paket türüne tarlayı sattı
İççim Sultan'a da çok dayak attı
Koca Hüseyin kör pişman utandı gitti
Talih kuşu omuzuna konmadı
Ne motoru ne kendisi onmadı
Elif bacıyla az Çin askeri kırmadı
Paslı da Mustafa'sına güvendi gitti
Vakti zamanında seferberlikmiş
Askerdeyken Emin'ini kaybetmiş
Herkes düzde yorar o gende gitmiş
Ali Çavuş eşekten düştü de gitti
Maraşalım derdi saçları aktı
Su içer dedikçe depeye dikti
Alamadı Haçça'yı boynunu büktü
Hacasan boş aşka aldandı gitti
Tarlası satıldı çifti bozuldu
Oğlunun tornunun sözüne uydu
Otuz yıllık sakal kökten toz oldu
Apisef İstanbul'u tattı da gitti
Çok iyi komşuydu hem de neşeli
İncitmez kimseyi açıktı eli
Cahiller elinde yetti eceli
Bâ Gardaş iki oğlunu aldı da gitti
Felek güldürmedi ağladı durdu
Genç oğullarını toprağa verdi
Yatalaktı her yanını dert sardı
Karagıcık deriye sarıldı gitti
Oğlu Sülük askerde vefat etti
Felek Şahan'ının belini büktü
Kamil'i kayboldu karı terketti
Sali'a kafirim billa dedi de gitti
Hep doğru söylerdi gerçek biçerdi
Kuru ekmek yer soğuk su içerdi
Seksen yıllık ömrünü taşla geçirdi
Daşçı Osman inadını etti de gitti
Kadir olmaz konuşulan her lafa
Yareninde göremedi bir vefa
Yürürken tepçirdi Dişsiz Mustafa
Tabutunu dört el tuttu da gitti
Köyün zenginiydi şu Omar Ağa
Güneşlerde sırtını verir toprağa
Az da olsa tereyağla kaymağa
Pekala dilini bandı da gitti
Misafir severdi hanesi şendi
Şekure bibiye karavrat derdi
Yenildi acıya bir nüzul indi
Aptulla Çavuş'un eli titredi gitti
Öküzleri karısından kıymetli
Ev damı dolabı asma kilitli
Yürüceğe göçtü şu Koca Veli
Hacı Omar'a kız olaydın dedi de gitti
Hoş sohbet adamdı aldım destana
Kır bekçisi durdu bağa bostana
Beş karı az geldi Abit Osman'a
Gök göz bıyığını domalttı gitti
Düzgün yaşadı hiç düşmedi acıya
Değer verdi eşyasına çocuğa
Yusuf Emmi kıymazdı Döne Bacıya
Mesela efendime söyleyim dedi de gitti
Bir gece eşeğini hırsız götürdü
Hüsne ebenin üstüne ferik getirdi
Tuz yollarında ömrünü bitirdi
Topal Abbas yüksekten uçtu da gitti
Şu çarpık düzenin tufanı bastı
Dünyaya darıldı talihe küstü
Şevket de sonunda kendini astı
Velhasıl ocaklar battı da gitti
Her gideni yazmak gerek değildir
Saygı duydum yazdım yermek değildir
Gayem isimleri vermek değildir
Daha niceleri rahmete gitti
Hepsi çile çekti kendi nalınca
Ersinler huzura cennet bulunca
Bizler bir gün kara toprak olunca
Derler ki Abdullah yazdı da gitti