Savaşlar, deprem, sel baskını, yangın, salgın hastalık gibi memleketin başına gelen felaketler sonucu insanlar sevdiklerini, malını, mülkünü, evini ocağını kaybeder. Bu felaketin acısıyla oturur ağıt yakar sevdiklerinin üzerine. Bu acıların en şiddetlisi savaşlarda yaşanır. Savaşlar alır götürür sevdiklerini, gidenler çoğu kez bir daha da dönmez. Bunu bilen yakınları, dönülmez yola gidenler için ağıtlar yakar.
Evimizin önünde çifte pınarlar
İçerler suyunu beni anarlar
Yemene gideni ölü sayarlar
Yemen çöllerinde kaldım ağlarım
Ağıtlar, "Yüreğin titreyişi sonucu söylenilen ve milli şiirlerimizin en dokunaklısı. Ölenin ardından dökülen gözyaşları ve çekilen ıstırabının acı dolu terennümleridir" diyor Ömer Faruk Yaldızkaya. Gerçekten de bazı türküleri dinlerken türküde tarif edilen tablo gözünüzün önünde canlanır, içiniz burkulur, göğsünüzde bir şey düğümlenir ve ister istemez yağmur gibi gözyaşlarınız boşalmaya başlar.
İşte "Yemen Türküleri" böyledir. Bu türkülerin her birinin yaşanmış öyküsü vardır. Her birinde yüreği yanan bir ananın, hasret çeken bir sevgilinin, babasını bekleyen bir çocuğun acı ve gözyaşı yoğrulmuştur.
Dertli anam benim için ağlasın
Oğul hasreti ile ciğer dağlasın
Körpe kuzum ile gönül eğlesin
Yemen çöllerinde kaldım ağlarım
Bir tablo düşünün ki; genç bir kız yavuklusu ile yeni evlenmiş, çocuğu henüz kundakta. Savaş başlamış, seferberlik ilan ediliyor, eli silah tutanlar askere alınıyor. Delikanlının da yıllar sürecek askerlik serüveni başlıyor. Kadın türlü yokluklara katlanıp bir gün dönecek diye eşini bekliyor. Oğlunu ayrılık üzerine söylenmiş, ninnilerle büyütüyor. Her kapı çaldığında heyecanlanıyor ve sevinçli bir haber bekliyor. Bir gün kapı çalıyor ve eşinin kalan eşyalarını, çantasını, potinini, kanlı gömleğini getiriyorlar ve "şehit oldu" diyorlar. Kadının dünyası kararıyor ve bir boş çuval gibi orada yığılıp kalıyor. O artık sevdiğini, umudunu gurbet ellerde kaybeden dul bir kadındır. O çocuk, öksüzdür, mezarı meçhul bir şehit askerin oğludur.
Bir başka tabloda da; daha bıyıkları yeni terlemiş 16-17 yaşındaki yavrunuzu alıp, savaşması için, gemi ile yolculuğu 1-1,5 ay süren, ismini ve haritadaki yerini dahi bilmediğiniz ülkeye götürüyorlar. Aylarca yıllarca haber alamıyorsunuz. Yıllar sonra içinde ayakkabısı olan bir çanta getiriyorlar ve "oğlunuz şehit oldu" diyorlar. Bu ölüm haberini alan bir annenin halet-i ruhiyetini, ıssız kum çöllerinde elleri kınalı yavrusunu kaybeden annenin feryadını düşünebiliyor musunuz? Ölüm haberi bir bomba düşer ve etkisi bütün mahalleye yayılır. Şehidin getirilen eşyaları ölü evinde haraç edilip, ortaya saçılır; anası, bacısı, halası, teyzesi ağlar, ağıtlar yakar; yakasını yırtar, parçalar, göğsünü döver, başına vurur, saçını-başını yolar, külleri başına savurur.
Aradan bir müddet geçer acı biraz olsun unutulup, ateş küflenmeye başlamışken, yine bir savaş başlar; ardından köşebaşlarında davullar eşliğinde çağırtkanlar bağırır. "Duyduk duymadık demeyin, seferberlik var, eli silah tutanlar gelip askere yazılsın." İşte o an memleketin üstünü kara duman kaplar. İşte o an anaların gözleri buğulanır, yüreği tekrar dağlanır, kabuk bağlayan yaralar, tekrar işlemeye başlar, gidip de dönülmeyen evlerde, tekrar "şivan" başlar. Yavrusunu "dönmeyecek yola" gönderecek ananın ağzından "Yemen Ağıtı" dökülür.
Havada bulut yok bu ne dumandır?
Mahlede ölü yok bu ne şivandır?
Şu Yemen elleri ne de yamandır
Ano Yemendir gülü çimendir
Giden gelmiyor acep nedendir
Burası Muştur yolu yokuştur
Giden gelmiyor acep ne iştir
Kışlanın önünde redif sesi var
Açın çantasında bakın nesi var
Bir çift potin ile bir de fesi var
Ano Yemen'dir gülü çimendir
Giden gelmiyor acep nedendir
Burası Muş'tur yolu yokuştur
Giden gelmiyor acep ne iştir
Bu mısralar hangi ananın ciğerini dağlamaz, bu mısraları dinleyen hangi ananın, hangi babanın gözyaşları sel olup akmaz.
Yemen uzaktır. Yemen gidip de dönülmeyen yerdir. Bir ana evladını gönderdiğinde, bir daha dönmemek üzere gönderdiğini bilir. Bir hanım eşini, Yemen'e yolcularken çocuklarının öksüz kalacağını düşünür, bu nedenle ağlar şivan eder.
Yemen bizim neyimize
Şivanım düştü evimize
Yavrularım yetim kaldı
Güvenmeyin beyinize
Mızıka çalınır düğün mü sandın
Al yeşil bayrağı gelin mi sandın
Yemen'e gideni gelir mi sandın
Dön gel ağam dön gel dayanamiram
Uyku gaflet basmış uyanamiram
Ağam öldüğüne inanamiram
Ağam yolladılar Yemen iline
Çifte tabancalar takmış beline
Ayrılmak olur mu taze geline
Tez gel ağam tez gel dayanamirem
Uyku gaflet basmış dayanamirem
Ağam öldü diye inanamirem
Nişanlısını, beşik kertmesini, yavuklusunu Yemen'e gönderen genç kızlarda için için ağlar, duyguları döker türkülere...
Kışlanın önünde bir sürü kazlar
Yüreğim yanıyor ciğerim sızlar
Yemen'e gidene ağlıyor kızlar...
Kışlanın ardında, bir kırık testi
Askerin üstüne sam yeli esti
Gelinlik tazeler umudu kesti...
130.000 civarında 12-30 yaşları arasında can, Yemen'e gitmiş ve bir daha dönmemiştir. Yemen'e gideni sadece savaş değil, açlık, sefalet, hastalık da bitirir. Gönderen de, giden de bunu bilir. Bu duygularla şöyle seslenir:
Kışlanın ardını, duman bağladı
Analar, babalar kara bağladı
Yemen'e gidene herkes ağladı
Yine bir başka türküde;
Yemen Yemen, şanlı Yemen
Toprakları kanlı Yemen
Ben Yemen'e dayanamam
Kör olsun beni gönderen
Yemen'de savaş ortamı çetindir. Issız çöller, dik yamaçlar aşılır. Düşman kuvvetlerinin pusu kurduğu dik vadilerden geçilir. Geçilir ama bu esnada yüzlerce asker yaralanır, yüzlercesi de şehit olur. Bir kısmını gömerler, bir kısmını gömmeye bile vakitleri olmaz.
Bu nedenle Yemen'de şehit olan evladının bedeninin gömülmediğini ve güneş altında çürüyüşünü, gözlerini karıncaların oyuşunu, görmüş gibi anlatan Anadolu kadınının feryadı bugün bile yürekleri sızlatır.
Günden yanı soldu m'ola?
Yerden yanı uldu m'ola?
Mehmed'imin ala gözün
Garıncalar oydu m'ola