Tarihe meraklı olanlar bilir. Osmanlı, Yemen'i aldı çünkü Portekizliler özellikle Yemen Hindistan'daki Müslümanlarla, kutsal Mekke kentini tehdit ediyorlardı. Yavuz Sultan Selim zamanında fethedilen bu bölgeyi Osmanlı hükümdarları valiler atayarak kontrol altında tuttular. Yemen halkı kabilelerden meydana gelen küçük gruplar halinde yaşayan farklı insanlardan oluşmaktaydı. Çöller ve sarp yokuşlardan oluşan Yemen coğrafyasında özellikle Osmanlı'nın son dönemlerinde yerli halk zaman zaman isyan ederek Osmanlı yönetimine başkaldırdı.
Coğrafi olarak merkeze çok uzak olan bu beldeye isyanları bastırmak için uzun ve zorlu yolculuklarla Anadolu'dan asker sevk edildi. İşte bu uzun ve zorlu yolculuk sonrasında çetin coğrafi şartlarda Yemenli kabilelerle savaşan Osmanlı askerleri için Yemen türküleri yakılmıştır.
Yemen taşının, toprağının, kumunun her karışında bir Türk askeri gömülüdür. Suriye vb. Arap ülkelerinden Yemen'e savaşmak için giden askerler şartların zorluğundan savaşmadan geri çekilirler. Bu ülkeler Yemen'e asker göndermeyeceklerini Osmanlı'ya bildirirler. Bu yüzden Yemen'de isyanlar başlayınca Osmanlı Devleti Anadolu'dan asker toplamaya başlar.
Osmanlı zamanında bedelli asker uygulaması vardır. Bedel veremeyenler buna içerleyerek bu uygulamayı da türküye konu yapmışlardır:
Yemen yolu çukurdandır
Karavanam bakırdandır
Zenginimiz bedel verir
Askerimiz fakirdendir
Anadolu halkı Yemen'e gidenlerin geri dönmeyeceğini iyi bilir. Seferberlikle birlikte analardan, genç kızlardan ağıtlar da yükselmeye başlar:
Kışlanın ardını duman bağladı
Analar babalar kara bağladı
Yemen'e gidene herkes ağladı
Bu ağıtların arasından kurbanlık koç gibi süzülen genç yiğitler vatan için ve çarpışmak için gözyaşları ile uğurlanırlar:
Yemen Yemen şanlı Yemen
Toprakları kanlı Yemen
Ben Yemen'e dayanamam
Nazlı yardan ayrılamam
Anadolu'nun değişik yerlerinden gelen askerlerden oluşan taburlar gemilerle Yemen'e doğru yola çıkarlar:
Gitme Yemen'e Yemen'e
Karışın toza dumana
Bari mektubunu gönder
Ananı koyma gümana
Daha gemide iken kayıplar başlar. Uzun müddet bakımsızlığın tesirindeki askerlerin zayıf vücutları deniz yolculuğuna, şiddetli sıcağa karşı gelemez. Güneş vurmasından ve hummadan ölümler görülmeye başlar. Şehit olan askerlerin kaydı düşülürken Anadolu'da da anaların genç kızların yüreğine köz düşer ve ağıtlar yakılmaya devam eder:
Tarlalarda biter kamış
Uzar gider vermez yemiş
Şol Yemen'de can verenler
Biri Memet biri Memiş
Hudeybiye Limanı'na gelen gemilerden askerler karaya çıkarlar. Gemiler açıkta bekletilir. Burada kışla olmadığından asker de geceyi dışarıda geçirir. Yorgun vücutları rutubet dolu bir gece beklemektedir. Hudeybiye'den Sana şehrine varmak için yola çıkılır. Bu yol beş günde kat edilir. Aşırı sıcak altında gerçekleşen uzun bir çöl yolculuğu başlar. Asker ağır elbiseleri ile sıcağın altında çölleri geçerken tükenmeye başlar.
Bir çok kayıp verilir. Yemenli bir askerin kaleminden dökülen şu satırlar bu acı gerçekleri dile getirir:
Ulu Mevlam attı bizi Yemen'e
Kaldık hasret güle bülbüle çemene
Bura Türk kabri gibi gel bi bak
Bir taşın altına girmiş beş ocak
Mustafa Balbay "Türkler Mezarlığı Yemen" adlı kitabında şöyle yazmış;
"Kitaplardan, belgelerden, gözlemlerden en çok Yemen'de yitirdiğimiz Memet sayısını aradım. Farklı rakamlar çıktı ortaya. Üzerinde birleşilen rakam 300 bin! Bir ansiklopedideki not ise kaybın büyüklüğünü anlatmak için rakamı gereksiz kılıyordu: "Tarih, Yemen'de ölen Türklerin sayısını bilmiyor, öğrenmekten de ürküyor! Kitabın adını bu durum belirledi."
Adem Yavuz Arslan ise "Yemen'den geriye kalan" başlıklı yazısında, Yemen'le ilgili şunları yazmış:
"Yemen çölü nasıl bir ölüm uykusundasın ki bunca şehidin kanı seni yeşertemedi. Anaların, gelinlerin ve nice yetimlerin ıssız yerlerde döktükleri gözyaşları yağmur olup üzerine yağsaydı bağrından ormanlar fışkırırdı. Hala derin bir sükut içindesin. Bir dile gelsen neler anlatırsın."
Mehmet Niyazi, Yemen şehitlerine atfen yazdığı "Ah Yemen" romanına bu cümlelerle başlıyor. Türkülere, ağıtlara konu olan, hikayeleriyle yürekleri sızlatan Yemen, Türk insanı için ayrı bir hassasiyet sebebi. Çünkü henüz çocuk yaşta kutsal toprakları koruma amacıyla yollara düşmüş Anadolu evlatlarının çöllerde, susuz vadilerde ve sarp kayalıklarda kırıldığı ülke burası. Fakat ne acıdır ki yaklaşık 300 bin şehidi bıraktığımız, yüz binlerce insanımızın da dönemeyip kaldığı bu topraklarda bugün Osmanlı'nın izi yok denecek kadar azalmış. Oysa bu ülkede çeşitli sebeplerle ölmüş birkaç kişinin bile anıtı var. Hatta San'a - Hudeyde arasındaki yol inşaatında ölen 50 Çinli için bile anıt yapılmışken 300 bine yakın şehit verdiğimiz bu ülkede bugün bir Türk şehidine ait tek mezar taşını bulmak için günlerce yol gitmeniz gerekecek. Üstelik Yemen, yüzyılın başında "Türk Mezarlığı" olarak anılıyordu.
Türk insanının Yemen'le tanışması çok eskilere, Yavuz Sultan Selim'e kadar gidiyor. Yavuz'un Mısır'ı fethetmesinden sonra Yemen bölgesi de Osmanlı topraklarına katılır. Osmanlı'nın bölgeye seferler düzenlemesinin nedeni ise Aden üzerinden Arap Yarımadası'na çıkmayı planlayan Hristiyanların yolunu kesme düşüncesidir. Hudeyde'den Yemen topraklarına ayak basan Osmanlı ordusu Manaha'yı aşarak başkent San'a'ya doğru yol alır. Bilinenin aksine Yemen çöl değildir ve derin vadilerde, susuz platolarda ve dik kayalıklarda sıcak ve hastalıktan binlerce askerimiz şehit olur.
Bu yol üzerinde Beytimehdi denilen bir bölge var. Bugün herhangi bir iz kalmasa da Yemen'deki ikinci en büyük Türk Mezarlığı burada. Öyle ki şehit olan her er için bir mezar taşı dikilseydi bu yamaçlarda devasa bir şehitlik olacaktı. Kutsal toprakları korumak için gelen Osmanlı orduları yaklaşık 400 yıl buraya hakim olur. Fakat bu durum 1807'de sona erer. İngilizlerin teşvikiyle halifelik iddiasında bulunan İmam Yahya, tam 40 yıl boyunca Anadolu'dan gelen Türk evladının Yemen platolarında, derin vadilerinde ve Tihame Çölü'nde yitip gitmesine sebep olur. Osmanlı İmam Yahya'yı uzun uğraşlardan sonra etkisiz hale getirir, fakat 1919'da Birinci Dünya Savaşı'nda Almanlarla ittifakın ağır faturası ödenirken Yemen'den de çıkılır.
Yemen'den çıkan son Osmanlı kafilesinde yer alan Zeki Ehiloğlu, Yemen hatıralarını kaleme alırken bu hazin öyküyü de bütün aşamalarıyla yaşayan birisi olarak defterine şu notları düşer:
"Zavallı Yemen şehitleri! Siz bu volkan artığı yalçın topraklarda ılgın ılgın kan döktünüz, can verdiniz. Fakat sizi hatırlatacak hiçbir iz yok. Cezayir'de, Plevne'de, Sivastopol'da savaşanlar gibi sizin için marşlar söylenmedi, adınıza abideler dikilmedi. Çünkü sizi vuranlar kendi vatandaşlarınız sayılıyordu. Hatta o zamanlar bütün dünyaya karşı İslamlığı müdafaa eden sizler, milliyetinizi açığa vuramazken onlar sizden üstün olarak millet-i necibe sıfatını taşıyorlardı. Emin olunuz, sizi unutmayacağız. Kendi eseriniz olan Yemen türküsü ebedi hatıranız olarak söylenecektir."
Bugün, Yemen'de bilinen son Türk şehitliği başkent San'a'ya 56 km. mesafedeki Thula kenti yakınlarında. 3000 metrelik Masvar Dağı'nın eteklerinde kurulan şehir, geçiş noktasında olduğu için Osmanlı döneminde de önemli bir bölgeydi. Dar bir merdivenden çıkılabilen Masvar Dağı'nın zirvesinde ise Osmanlı kalesi yer alıyor. Bütün vadiye hakim bu kale yüzlerce yıl Osmanlı askerleri tarafından ülkeyi korumak için kullanılmış. Bugün ise geride sadece birkaç mezar taşı kalmış. Onlar da yerlerinden oynamış ve bir duvar dibine toplanmış. Yemenli uzmanlara göre burada yüzlerce Osmanlı askerinin mezarı var. Fakat ne bir kitabe ne bir anıt ne de açıklayıcı bir bilgi mevcut. Son birkaç mezar taşı da ortadan kalktığı zaman Yemen'deki Osmanlı izlerinin tamamı tarihe karışmış olacak.
Yemen, Osmanlı topraklarına katıldığı (1517) Yavuz Sultan Selim döneminden, kaybedildiği (1918) Mondros Mütarekesi'ne kadar 400 sene Osmanlı İmparatorluğu'nun egemenliğinde kalmıştır. 400 sene hüküm sürülen Yemen topraklarında, kimine göre 130 bin, kimine göre 300 bin, kimine göre de 1 milyon evladımız şehit olmuştur. Bu nedenle de Yemen için Türk Mezarlığı sözünü kullananlar da vardır.
Yemen, Hindistan ve Uzakdoğu'ya uzanan ticaret yolunun merkezidir. Kutsal şehirler Mekke ve Medine'nin kilididir. 18. yüzyıl sonlarında petrolün ekonomik değerinin ortaya çıkması ile petrol rezervi yönünden başta İngilizler olmak üzere Avrupalılar'ın göz diktiği yerdir. Bu nedenle burayı ele geçirmek isteyenlerle Osmanlı Devleti yıllarca savaşmıştır.
Yemen'de çıkan isyanları bastırmak ve yıllar süren savaşlar nedeniyle Anadolu'da seferberlik ilan edilmiş, içlerinde 15-16 yaşlarında çocukların da bulunduğu gençlerden "Redif Alayları" oluşturarak Yemen'e gönderilmiştir. Günler süren deniz yolculuğundan sonra oraya ulaşan gençlerin bir kısmı hastalıktan, bir kısmı da savaşta şehit olmuştur. Birçoğu elbiseleriyle beraber kızgın çöllerde açılan çukurlara gömülmüş, mezarının yeri dahi belli değildir. Yemen'e giden gençlere dönmeyecek gözle bakılmıştır. Gerçekten de gidenlerin çoğu geri gelmemiştir. Anadolu'da her aileden birilerinin Yemen'e gidip de dönmemesi halkımızı derinden yaralamıştır.
İşte bu nedenle, Yemen üzerine bu kadar dokunaklı, bu kadar içli ve bu kadar çok sayıda türküler, ağıtlar yakılmıştır.
Yemenle ilgili son sözü Mehmet Niyazi'nin "Yemen! Ah Yemen!" adlı romanındaki cümlelerle noktalamak istiyoruz:
"Bir zamanlar endişeyle, elemle andığımız Yemen, sayısız gencimize mezar oldu. Yıllarca "Gece bir ses geldi derinden derinden / Beni mi çağırdı Yemen çöllerinden" diyen yaşmaklı kızlarımızın yürekleri orada çarpardı. Cihan biliyor ki hiçbir milletin evlatları onların şartlarında, onlar gibi savaşmadı; destanların en dokunaklısını arkalarında bırakmadı. Ne hazindir ki şimdi o ıssız vadilerde, engin çöllerde ne mezar taşları, ne de ziyaretçileri var..."
Ansiklopediler "Yemen'de ölen Türklerin sayısını tarih bilmiyor, öğrenmekten de korkuyor" derlerken, nesillerle süren dramımızı anlatıyorlar; fakat hiçbir dram unutmak ve unutulmak kadar dramatik değildi.
"Yemen" ile ilgili bilmem başka söze gerek var mı?